26 Ocak 2010 Salı

Kıbrıs resimleri,bilinnn:)


Merhaba,Kıbrıs resimlerinden bazılarını yayınlıyorum ama yağmur altında çekildiği için çok net fotoğraflar değil malesef:)

Naparsınız,ben Kıbrıs'dan geliiim:)

Merhaba, başlıktan da anlayacağınız gibi Kıbrıs çıkartmasını yapabildim:) Çıkartma lafını geri alıyorum, zira 1974'de yapılan çıkartmayı küçültmek istemem. Ben gezdim,gördüm ve geldim...
İstanbul'u beyaza bürüyen kar yağışı nedeni ile havaalanına gideceğimizden,uçağın kalkmasından emin olmayarak Rukiye ile çıktık yola. Hiç sorunsuz yetiştik ama uçak 2 saate yakın rotarlı kalktı. Havaalanında beklerken 5,5 yaşındaki Özlem bizleri beklemenin sıkıntısından kurtardı. Harika bir kız çocuğu, konuşması, zekası, oyunları ile mest etti bizi. Ben otel rezervasyonumu kararsızlıktan bir türlü yaptırmamıştım. Bir kaç isim ve numara kaydedip Kıbrıs'a vardığımda netleştirmeyi düşünmüştüm. Özlem'in annesi Yakın Doğu Üniversitesinde öğretim üyesiymiş,sağolsun not aldığım otellerden birini rahatlıkla tavsiye edince onun tavsiye ettiği otele hemen rezervasyonumu yaptırdım. Kıbrıs'a vardığımızda servis aracının geç kalkacağını öğrenince otelimizi aradık bize taksi gönderdiler. Bu arada taksilerin Mercedes oluşu ve ücretlerinin çok pahalı oluşu ilk izlenimimizdi:) Pardon arabaların direksiyonlarının sağda oluşuydu ilk izlenimimiz:) Cidden bu duruma otamatik davranışlarımız nedeni ile tüm gezi boyunca alışamadık. Arabalar sağdan gelirken biz hep sol tarafa baktık durduk:) Otele varmadan,çorbacıya gittik. Koca günü bisküvi ile geçiştirdiğimizden geç saat de olsa yemek yemeden uyuyamazdık. Karnımızı doyurduktan sonra otelimize yerleştik. Cidden temiz ve güzel bir yerdi. Sabah biraz geç kalktık yorgunluktan. Kahvaltıdan sonra ise akşam döneceğimiz için hemen program yapmak istedik. Otelde kalan Ayşe Hanım bize bu konuda yardımcı oldu sağolsun kendi taksisini çağırdı. Taksi şoförü Halit ağabey ile tanışmamız da Ayşe Hanım'ın sayesinde oldu. Halit ağabey tüm gün bizi şiddetli yağmura rağmen gezdirdi sağolsun. Her yerde iyi insanlara rastlıyor olmamdan dolayı şükrettim, her ne kadar Halit ağabey "o sizin iyiliğiniz" dese de. Cidden bizi kendi kızı gibi gördü, bizi götürdüğü yerleri gezdirerek yağmurdan nasibi aldı. Kıbrıs'ın havası çoğu kez güzel olurmuş ama bizim kısmetimize bol şiddetli yağmur düştü. Berekettir, şikayetimiz olmadı elbette. Biraz hastayım şu an o kadar:)
İlk durağımız Girne Kalesi idi. Gördüklerimin arasında en güzel kale bu kale diyebilirim. Limana hakim kalenin M.S VII .yy. da Arap akınlarına karşı Girne'yi korumak için Bizanslılar tarafından yapıldığı bilinmekteymiş. Kale içersinde Zindanlar, ST George Kilisesi, Kırnı mezarı canlandırması, Akdeniz Mezarı buluntusu, Batık Gemi Müzesi(2300 yıl öncesine ait olduğu söyleniyor), Venedik Kulesi, Luzinyan Kulesi, konferans ve sergi salonu ve Sarnıç bulunmakta. Tabi ben bunların hepsini sanırım görmedim. Müze broşürüne bakarken farkettim. Gördüğüm yerler,tarihi kalıntılar ve kaleden gördüğüm manzara büyüleyiciydi doğrusu. Kaleyi gezerken şiddetini artıran yağmura daha fazla dayanamayıp Gİrne Marinasındaki bir lokantaya sığınıp Halit ağabeyin ikram ettiği Türk kahvemizi yudumladık. Marinanın manzarası da harikaydı.
Sonraki durağımız Karaoğlanoğlu Şehitliği idi. İşte burada duygularımız doruğa ulaştı. Hafif marş müziği şehitlikte insanın milli duygularını daha da arttırıyordu. Şehitlerin mezarlarında Fatiha okurken onlara ne kadar dua etsem az diye düşündüm. Açık alanda sergilenen Barış Harekatında Rumların terkettiği zırhlı araçlar ve ağır silahlar sergilenmekteydi. Her savaşta olduğu gibi alet -edavat konusundaki eşitsizliği de hatırlamış oluyor insan bu araçları gördüğünde. Şehitlikle aynı bahçedeki Barış ve Özgürlük Müzesi de şehitlikten sonra daha da anlamlı gezdiğimiz yerlerdendi. Burası Barış Harekatının başladığı gün karargah olarak kullanılan bir ev. Evin girişinde meydana gelen şiddetli patlamada Albay İbrahim Karaoğlanoğlu , Pilot binbaşı Fehmi Ercan ve iki er şehit olmuş. Patlamanın izleri duvarlarda hala mevcut. Müzede Barış harekatının tarihi süreci, ele geçirilen silahlar,şehitlerimizin resimleri, şehitlerin üniformaları ,özel eşyaları sergilenmekte.
Sonra Türk askerinin adaya ilk çıkış noktasını ve Barış ve Özgürlük anıtını gördük.
Sonraki durağımız Bellapais Manastırı idi. Beşparmak dağlarının eteğinde bir kaya üzerine kurulmuş manastır Gotik sanatının bir şahaseri ve Yakın Doğu'daki en güzel örneği olarak bilinmekte. Burası da bana göre harikaydı. Manastırda ön avlu, kilise, revaklı avlu, yemehhane, mahzen, mutfak, mutfak avlusu, atolyeler,meclis odası, kilise eşyalarının korunduğu oda bulunmakta..
Sonra Hz. Ömer Türbesi'ni ziyaret ettik. Burada Muaviye ordusu komutanlarından Ömer ve altı arkadaşının kabirleri mevcut.
Sonra çok az yemek yiyip,sık acıkan Rukiye daha fazla dayanamayınca Halit ağabeyin tavsiyesi ile Eziç Restauranta yemek yemeğe gittik. Bu restaurantın Kıbrıs'da bir çok şubesi var. Güzel ve nezih bir yer. Çalışanları da gayet ilgiliydiler sağolsunlar. Kıbrıs'da ne yenilir diye araştırdığımızda bize tavsiye edilen şeftali kebabını sipariş ettiğimizde garsonun uyarması ile birimiz başka bir şey söyledik ki şeftali kebabını tattıktan sonra garsona minnettar kaldık:) Bir kere şeftali ile ilgili bir yemek beklerken uzaktan ,yakından alakası olmayan kuzu eti ile yapılan ve içinde soğan olan bu yemeğin adının neden şeftali olduğunu hayretle sorunca garsona aldığımız bilgi bizi şaşırttı. Şef Ali'nin yaptığı bir yemek olduğundan bu ismi almış olabilirmiş:) Bir daha Kıbrıs'a gidersem tatmayacağım bir yemek olduğu konusunda Rukiye ile hemfikirdik. Neyse ki birimizin söylediği piliç dolma kurtardı bizi gayet lezzetliydi, yapanın ellerine sağlık. Meze olarak gelen humus, tartar, zeytinli ekmek ve zeytinyağı sosu da çok güzeldi Sonrasında ikram edilen çay ise sırılsıklam olan bizim en azından içimizi ısıttı, çok iyi geldi.
Sonraki durağımız evdeki kahve fincanlarını sakar olan benim tek tek kırmasına karşılık annemin ceza olarak ısmarladığı fincan takımını almak için gittiğimiz bir hediyelik eşya mağazası idi. Annemin gönlünü şık ama özel olmayan bir fincan takımı alarak aldım:) Hilal'in ısmarladığı Hellim peynirini de buradan aldım. Yalnız çalışanları çok suratsızdı,söylemeden geçemeyeceğim:)
Sonra St. Hilarion Kalesi'ne gittik ki malesef kaleyi gezmek nasip olmadı.Ziyaret saati bittiğinden dışını görebildik sadece. Bu kele Kıbrıs'ın en temel kalesi ve Ortaçağ'a ait en etkileyici mimariye sahip olanlarındanmış. Kaleye çıkarken gördüğümüz manzara dahi göremesek de bu kaleye kadar gelmemize değdi. Pusun dağları kapladığı manzara bile süperdi doğrusu.
En son Girne ile Lefkoşa arasındaki şehit Türk askerlerinin kabirlerinin bulunduğu Boğaz şehitliğine gittik. Burası da duygularımızı coşturdu, Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelen erlerimizin memleketlerini okuduğumda bir bütün olmanın gücünü hissettim.
Lefkoşa'ya geçtiğimizde görebileceğim müzeler ve tarihi yerler malesef kapanmıştı. Mevlevi Tekke müzesine gittik kapalıydı. Lefkoşa Kıbrıs'ın beş şehrinden biri ve başkenti. Dolayısı ile memur şehri. Resmi binaların küçücük oluşu ilgimi çekti. Hele bir mahkemesi var, çok şirin bir bina . Kıbrıs'ın en eski oteli olan Saray oteli gördük,Rum sınır kapısına kadar gittik,Büyük Han'a gittik kapalıydı,Selimiye Camiini ziyaret ettik , Saçaklı eve gittik kapalıydı:)Lüzinyan'ın evi kapalıydı,Haydarpaşa Camiini gördük, Girne Kapısını gördük,meclis binasını gördük,Türk elçiliğini gördük. Baktık ki her yer kapanmış bir çay bahçesinde Halit ağabeyin ısmarladığı çaylarımızı yudumlayıp havaalanına doğru yola çıktık. Yol üstünde bir markette durup daha önce duymadığım harika kokusu ile portakal ve mandalina aldık ailelerimize tattırmak için. Asıl yetiştiği bölge olan Güzelyurdu da görebilsek çok daha iyi olurdu tabi.
24 saat bile kalmadığımız Kıbrıs'da daha görülecek öyle çok yer var ki malesef zaman buna yetmedi. Ama gördüğümüz yerler Kıbrıs'a iyi ki gelmişiz dedirtti bize. Çok sessiz,sakin olan bu yer onca yorulmamıza rağmen ruhumuzu dinlendirdi. Trafiğin 't' harfi yoktu, korna sesi duyulmuyordu hiç, yerleşim çok düzenliydi, evler az katlı ,hatta çoğu bahçeli villa şeklindeydi. Bir ada olmasından dolayı baktığın her yerde muhteşem denizi görmek çok güzeldi. Biz Kıbrıs'ı beğendik, gitmek isteyene tavsiye olunur efendim:) ...

23 Ocak 2010 Cumartesi

Merhaba!

Herkese bembeyaz bir günden mehaba. Bugün Cumartesi olmasına rağmen iş yerimdeyim:) O kadar çok geç kalıyorum ki mahcubiyetli bir gönüllülükle bugün iş yerimde ben durmak istedim:) Gelecek gecikmelerime yüzüm olsun:) Bu arada sürekli geç kaldığım yer ile evim aynı caddede:))
Dün gece çok geç yattım Beyaz'da Candan Erçetin,Sunay Akın ve Nebil Özgentürk vardı. Bu üçlü kaçmazdı ,ben de kaçırmadım sonuna kadar izledim. Uykusuzluğuma rağmen iş stresinin olmayacağını bildiğimden dinç kalktım:) Uzun zamandır beklediğimiz kar da çevreyi beyaza bürüyünce keyfim arttı. Temennim o ki kar yağışı kimselere zarar vermesin, sadece mikropları kırıp,çocukları sevindirsin. Amin...
Bugün Kıbrıs'a gitme vakti. Akşam uçuş var fakat ben gidip gitmemek konusunda kararsızım. Sabiha Gökçen'e bu havada nasıl gidilir ve uçak kalkar mı bilemiyorum. İlerleyen saatlerde netleşir sanırım. Hakkımda hayırlısı olsun ve eğer gidersem sağ-salim gidip dönebiliriz inş...
Dün akşam evdeydim.
Perşembe akşamı şirketteydim, eve geldiğimde İsmi bizdeydi, Yeliz'de kahve içtik hepbirlikte.
Çarşamba akşamı da evdeydim.Bahsettiğim gibi daha sonra Birsen'e gittim Aysel ile, gecenin bir yarısını hastanede, bir yarısını evde geçirdim:)
Salı akşamı Elmas'daydık Deniz,Saliş,Zehra ile birlikte. Daha sonra Zehra'yı evine bıraktık ve dönüşte birer kahve içtik.
Pazartesi akşamı evdeydim. Kapalıçarşı'daki Cemal'i öldürdü senarist sinir oldum ve ağladım:))) Yaprak Dökümü'ndeki Cem'i de öldürdülerdi zaten. Sinir oluyorum bu senaristlere :))))
Pazar günü evdeydim. Gece Saliha ile ciddi kavga ettik:) Ben ders kitabımı okuyordum, o, Salih ile tv izliyordu. Gece saat 1,30 olunca ne izlediklerini merak edip yanlarına gittim ki Okan'a bakıyorlarmış,reklam girmiş araya. Reklam sonrası da program bitti. Bitmeseydi daha izleyecek olan Saliha hanım odaya geçtiğimizde kalan 1,5 sayfamı okumama izin vermeyip ışığı söndürdü. Ben de bu kez bitirmeden yatmayacağımı ve 5 dk sürmeyeceğini söyledim. Onun balık inadı buna musade etmedi. İkimizin eli de elektrik düğmesinde açcaksın,açmayacaksın dalaşmasından sonra bağrışmaya dönüştü. Annem, babam kalktı ve bizi bir güzel payladı bu kez ben de geri adım atmadım, o dalaşmaya 50 sayfa okurdum :) Bir ara baktım Saliha terlik fırlatacak bana ondan önce davranıp yorganı üstüne kapayıp bir güzel dövdüm onu:) Çok zevkliydi itiraf ediyorum:) Sonunda babam lanet edip geç benim yerimde yat dedi Saliha'ya . Saliha da sırf dediği olsun diye geçti ve yattı. Bu kez de babam uyuyamadı ve annem ona yer yatağı yaptı:)) Saliha'nın dediği olmayınca çılgına dönüyor ama yeter artık. 5 dakkalık bir anlayış göstermeliydi bana. Şu anda küsüs, kolay kolay da barışmayız. O inat ya. İtiraf etmeliyim ki onunla konuşmayınca evde canım çok sıkılıyor. Yine de onun dediğim olsun tavrından bıktım, tez zamanda evlenip gider hayırlısı ile inşallah:) Ya da ben giderim. Aslında ikimiz de gidelim:)))) Ertesi günü Salih'e "bundan sonra bizim odada sen yat,Saliha senin yerinde yatsın kardeşim, onu odada istemiyorum " dedim:) Salih "abla ,ablamla küs olunca bana yanaşmaya çalışma, beni kullanmanıza izin vermem, onurumla yaşıyorum ben " deyince ağzımın payını alıp,Saliha ile aynı odayı paylaşmaya devam ettim:))
Cumartesi günü Ahmet amcanın mevlidine katıldık Nurgül ve Müc ile.Orada bir çok eski dostumu görmenin sevincini yaşadım, çok da mutlu oldum. Ardından Nurgül'ün arkadaşında kahve molası verip, Müc,Aysel,Nurgül , hepsinin çocukları ve Mümine teyze ile Birsen'e gittik. Birsen son nazlarını yaptığını o zaman bilmiyordu:) Aysel'e "canım sıkılıyor" diye telde ağlamış. Biz de Aysel'e katılıp ona süpriz yaptık. Gider gitmez de kendimize harika bir sofra hazırlayıp ziyafet çektik. Ardından da Müc ,ben ve Mümine oynayıp diğerlerini güldürdük. Mümine teyzenin maşallahı var , ne kadar abuk hareket yaptıysam hepsini aynen yaptı yaw. Bu kadın bir alem:)
Cuma akşamı neredeydim bilmiyorum:) İlla bir günü unutacağım böyle:) Aaaa sanırım evdeydim:) Evet evet evdeydim.
Perşembe akşamı da bahsettiğim gibi İclal,Şazo,Sevde ve Hatice yengem ile tiyatrodaydım. Dönüşte Musti aldı bizi, birlikte bize gelip İclal'in doğum gününü kutladık. O gece İcloş bizde kaldı.
Benden bu kadar . Kıbrıs'a gidebilirsem, Yoğun bir gündem beni bekliyor olur:) Eeee gitmemiş halim de hiç de sakin değil ya neyse:)) Sağlıcakla ve sıcakta kalın dostlar...

21 Ocak 2010 Perşembe

Ne iyi ettin de geldin Ahmet Emir!


Merhaba ,resimdeki bebek Bİrsen'in bu sabaha karşı dünyaya gelen oğluşu Ahmet Emir. Çok bal değil mi?
Sonunda doğurdu Birsen Hanım:) Dün akşam Yaprak Dökümü'nün sonlarına doğru:) Birsen'in hastaneye gideceğini öğrenip Aysel ile biz de gittik. Gittiğimizde evindeydi gülüyor ,oynuyor,çay içiyordu hatun:)) "Yürü Aysel yürü bu doğurmaz boşuna vakit kaybetmeyelim" dedim ama beni ikna etti Birsen:) Neyse oyalandık yürüye yürüye hastaneye gittik ki meğerse rastgele çıkmışız evden, Birsen 'in ayarladığı bir hastane yokmuş:) Gittiğimiz hastanede de bayan doktor olmayınca Birsen tutturdu "erkek doktora gidemem" diye:) çatal fobisi var da:)))) bu sefer o soğukta bekledik ki evdeki görümcesi bize bayan doktoru olan bir hastane bulsun civarda diye:) Bu arada yol boyunca ve beklerken durmadan kakara- kikiri yapıyoruz:) Yaprak Dökümü'nün kaçmasına yanarken içim, dışım Bİrsen'i güldürüp bir nevi suni sancı gördürüp doğumu hızlandırmak amacını güdüyordu:) Zİra hiç doğuracak izlenimi yoktu kızda. Neyseki adını sanını bilmediğim bir hastanede kadın doktor bulundu ve o hastaneye gidildi. Doktor yatış yaptı ama sabahı bulur dedi. Benim gözler kapanmaya başladı tabi, odada ve koridorda fazla kişi beklememize izin de verilmiyordu ; eşi, Aysel ve kayınvalidesini orada bırakıp Yeter ile Birsen'in evine döndük gece yarısı. Sabah 6.00 civarı ise müjdeli haberi aldık. Son yarım saatte sancı çekmiş, çok kolay bir doğum gerçekleşmiş maşallah. Anam sanırım çok ince eleyip sık dokumamak lazım. Baksanıza nasıl da rast gitti işi. Biz o kadar her şeyi ayarlarız gene de ters gider:) Sabah işe gelmeden hastaneye gidip Ahmet Emir'i gördüm. Harika bir bebek, çekik gözlü , çok bal. İçime katasım geldi , sabahtan beri aklımda fikrimde o var. Ama yaklaşamadım mikrop kapmasın diye. Ay ben bebek hastasıyım yaaaa. Nilü'yü ikna edemiyorum bir türlü doğurmaya, Birsen'in evi de uzak her zaman gidip göremem. Yakınlarda birini ikna etmem lazım, bebek kokusuna aş eriyorum :) Aslında Mehmet Ali Ağca salınmasaydı , yani Mesih olduğunu iddia etmeseydi de babasız Mesih'i ben doğursaydım olmaz mıydı:)))))))))))))))))))))) Tevbe tevbe yaw:)))) Al işte bunu da düşündüm ya yuh bana yani:) Ay resmen Hz. Meryem' e özeniyorum:)))
Allah'ım bu melekleri şeytanlaştırma. Onların yetişeceği dünyada hırs,savaş,namussuzluk ve afetler olmasın. "Bu dünyada yaşanmaz" cümlesini hiç kurmasınlar, hiç utanmasınlar büyüklerinden. Biraz ütopya mı oldu bu dua:( Zira imtihansız ,acısız bir dünya yok. O zaman yaşadıkları ve şahit oldukları felaketlerden en az acıyı ve zararı görsünler. Tüm çirkinliklere rağmen hep temiz ve iyi kalma çabası içinde olsunlar.
Ahmet Emir beee ne iyi ettin de geldin teyzem canlılık getirdin, hayatıma:) Hoşgeldin...

"Kod Adı: Kongo"



Merhaba, geçtiğimiz hafta Perşembe günü Devlet Tiyatroları'nın Harbiye Sahnesi'nde 'Kod Adı Kongo' adlı oyunu izledik İclal, Şazo, Sevde ve Hatice yengem ile. Oyun Kongo'da geçiyor. Kongo ülkesinin AB'ye üyelik sürecini, yeniden yapılanmalarını, AB kanunlarının uygulanmasını,orantılı ve orantısız gücü, polis teşkilatlarını,derin devleti,Kongo kahvesini,çayını, vs ne varsa Kongo ülkesine ait anlatıyor.

Bütün bunlar bir erkeğin , iktidar sahibi olan 3 erkeğe zorla tecavüz etmesi ve tecavüz sahnelerini videoya çekmesi; eyleminden sonra da hepsinin bıyıklarını kesmesi ile sonuçlanan bir olay kurgulanarak anlatılmış. Erkeğe tecavüz olayı, olay oluyor. Bir kadına olsa neyse, bir derece anlaşılabilir(!) ama söz konusu bir erkek, her şeyi geçin namus kadar kıymetli erkeklik simgesi bıyıklara nasıl dokunulabilir. O bir kutsal(!) İşte bu kutsala dokunan el önce AB kanunları ile çözülmeye çalışılıyor, sevecen,insancıl metodlar uygulanıyor ki olayın derinliği karşısında bu metodların hiçbirinin bir işe yaramayacağı anlaşılıyor. Konunun derinliği karşısında 'derin' ve 'özgü' metodlar ile konuşturuluyor ülke namusuna tecavüz eden suçlu. Eeeee devletin metodları ile ,koca devletin ırzına geçen suçlu başedebilir mi, sonunda çözülüyor ve itiraf ediyor tecavüz olayını ve devlete ait yapılan suçların hemen hemen hepsini kendinin yaptığını:) Sonunda bu suçluya ne olur bilinmez, bir çok fail-i meçhulün failiyken trafik kazasında mı ölür, hapishanede öldürülür mü,intihar mı eder, ne olur muamma. Oyunda atıfta bulunulan bir diğer konu ise tiyatrocuların başka adlar altında polis teşkilatını ve ülkeyi eleştirmeleri. Sanat adı altında nasıl da bir teşkilatı yıpraktıklarını , ad değişikliğinden onlara bir şey yapılamayışını oyundaki polisler de ,ben de eleştirdim ve dahi esefle kınadım:)(!) "Bizim polisimiz işini bilir"...

Oyun sonunda bildiğim bir şey var ki ; gezmeyi çok seven benim Kongo ülkesini hiç merak etmediğimdir:) Nesini merak edeyim ben hık demiş ülkemin burnundan düşmüş:) Bu kadar mı tesadüf olur yaw:) Şaka şaka benim ülkemin derini yok, şeffaf mı şeffaf:) Orantısız güç de ne ola ki. Bu oyun olmasa adını, sanını bile bilmeyecektim:) Bir yandan da iyi oldu bu oyunu izlemem hiç duymadığım sözcükleri öğrendim, dünyada neler oluyormuş da güllük gülistanlık yaşadığım Cennet vatanımda ben bunlardan bihabermişim:)

Ay oyunun vurduğu yetmemiş gibi ben de vurmayım düşene:) Devlet, babamsın!

İclal ile dakikalarca ayakta alkışladığımız bu harika oyunu ve oyuncuları yürekten tebik ediyorum. Emeği geçen herkese bin kuvvet...
Kadro :
Yazan: Mürsel Yaylalı
Yöneten: Erkan Taşdöğen
Dekor Tasarım: Ethem Özbora
Giysi Tasarım: Mihriban Oran
Işık Tasarım: Ayhan Güldağları
Yönetmen Yardımcısı: Burak Karaman
Asistan: Gülnur Badakal

Sahne Amiri: Özgür Ayaz
Kondüvit: İlknur Gülmez
Işık Kumanda: Bülent Yalçın

Rol Dağılımı:
Cengiz Baykal
Zeynep Kasapoğlu
Burak Karaman
İsmail İncekara
Kemal Topal
Halil Doğan
Seda Yıldız
Selçuk Kıpçak

"İffet,Dünyanın Mihveri Kadın mı,Para mı?"


Merhaba,sinema afişine benzeyen nostaljik kapağı ile yukarıda gördüğünüz Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "İffet, Dünyanın Mihveri Kadın mı, Para mı" adlı iki ayrı hikayeden oluşan romanını geçen hafta bitirdim. Kitabı Nilü'de buldum ve okumaya başladım. Ünlü romancılarımızdan Gürpınar'ı ilk kez okuyordum. Edebi uslubüne hayran kaldım okurken. Nasıl da akıcı ve edebi yazıyordu. Fakat İffet adlı hikayenin konusunu beğenmedim, sıradandı, bildikti. Eski Türk filmlerinde çokça rastlamıştım, belki de filmler bu eserlerden ilham alıyordu. Kitap okumadan film izlemenin zararı idi belki de bu bakış açımı oluşturan. Tabi konusundaki tema 2. hikaye için vurgulanmıştı. Namusu için ölen bir genç kızdı İffet. İkinci hikayede ise Edip Münir, paraya namusunu satmış biriydi. Edip Münir'in düşüncelerini çoğu insan tasvif etmeyecektir. Gürpınar'ın da tasvif ettiğini sanmıyorum; lakin inanmadığı bir düşünceyi Edip Münir'in ağzından insan bu kadar mı güzel anlatır. Empatinin bu denli başarılısına rastlamadım ben. Cidden ikinci hikayeyi çok beğendim. Önemli edebiyatçılarımızdan oluluşunu, 'özel'liğini,ayrıcalığını,önemini bu hikayede kendisine hayran bıraktırarak hissettirdi Gürpınar bana. Okunmaya değerdi bence,rahmet üzerine olsun Hüseyin Rahmi...

16 Ocak 2010 Cumartesi

Gerçek dostum iyi ki varsın...


Merhaba, dün en iyi arkadaşlarımdan biri olan canım İclal'in doğum günüydü. Önce onu tiyatroya götürdüm,sonra da bize götürüp sürpriz pasta kesip doğum gününü kutladık. Canım arkadaşım iyi ki doğdun, iyi ki varsın ve iyi ki benim arkadaşımsın. Lise son sınıftan beri hiç ayrılmayışımız ile, her zor günümde yanımda oluşun ve esirgemediğin desteğin ile hayatımda öyle önemli bir yerin var ki anlatamam.

Sen gerçek bir dostsun , seni seviyorum,nice senelere. Uzun,sağlıklı ve mutlu yaşa inşallah...

15 Ocak 2010 Cuma

Günlerde...

Merhaba, bu aralar yine ketumlaştım,yazmadım epeydir. Eeee günler de birikti.Yazayım da kurtulayım bari:)
Dün akşam evdeydim, bugün annemin günü var, dün aşam ona yardım ettim.
Salı günü Birsen sancılanınca doğurur ümidi ile ona gittik Aysel ve Saliş ile; ama malesef gelmedi veledi:) Biz de aldığım süslerle odasını süsledik, yeğenimiz geldiğinde özel olduğunu hisseder inş:) Öncesinde ise kebapçımızda kendimize ziyafet çektik. Aç ayı oynamaz misali uğraşılarımızdan önce tok tutalım diye bir bahane öne sürerek...Birsen' e bu durumdan bahsetmedik tabi:) Zira ne desek canı çekiyor yaw:)
Pazartesi günü kuzen Ali ve eşi Gönül bizdeydi. Tabi bir gün önceden gelen teyzoşumuz Zübüş de ... O gece Zübüş bizde kaldı.
Pazar günü arkadaşlarım Hilal, Nurcan, Sibel ve Şule vardı bizde misafirlikte.Menüyü yazmama gerek yok sanırım Hilal:) Zira sen de bizdeydin:) Akşamına da Saliş ile Ülkü'ye gittik. Ülkü biraz rahatsızdı,doktora götürdüm onu eşi Eyüp ile birlikte. O gece orada kaldım.
Cumartesi günü kuzen Musti'nin bal kızı Asya 'nın sünnet mevlidine katıldık annem ile.Uzun zamandır görüşemediğim insanları görmek güzeldi, etli pilav da:)
Cuma akşamı duvar sildim annem ile:) Hala kollarım ağrıyor:) Bana iş yapmak yaramıyor, ben etkinlik kızıyım:)))) Dünyaya bir daha gelsem sanırım hizmetçi getirirdim yanımda:))
Perşembe akşamı Aysel'in erkek kardeşi Ramazan'ın eşi Rana'nın kınasına katıldık Ülkü, Rukiş,Gülay, Elmas, Saliş, Hilal, Müc, annem ve Aylin ile. O gün kurtlarımızı dökmenin yanı sıra uzun zamandır görüşemediğim okul arkadaşım Afife'yi görmenin mutluluğunu da yaşadım. Kına çıkışı Elmas, Saliş, Müc ve Ülkü ile Birsen'in annesine kahve içmeye gittik. Kahveleri kim yapsın diye düşünürken Müc "ben yaparım" dedi:) Köpüksüz kahveleri görünce cesaretine hayran kalmamak kabil değildi:) Aslında o köpükleri dökmüş , ama kaybolmuş:))
Çarşamba günü Ayşe ile birlikte Cevahir Sahnesi'nde "Sokrates'in Son Gecesi" adlı oyunu izledik. Oyun hakkında bilahere yazacağım:)
Şimdilik bu kadar,sevgiyle kal günlükcağazım:)

"Sokrates'in Son Gecesi"


Merhaba, geçtiğimiz hafta Devlet Tiyatrolarının Cevahir Sahnesi'nde Sokrates'in Son Gecesi adlı oyunu Ayşe ile izledik. Oyunun yazarı Stefan Tsanev; oyuncular Mehmet Ali Kaptanlar,Mustafa Uğurlu ve Melek Baykal. Oyunun konusu Antik Yunan düşünürü Sokrates'in baldıran zehrini içmeden önceki son gecesinde yaşananlar, gardiyan ve eşi ile geçen diyaloglardan oluşmuş. Fırsat bulup bakamadım netten,cidden anlatılanlar gerçek mi ,kurgu mu. Gerçi Sokrates'e ait pek yazılı bilgi ulaşmamış günümüze, ancak öğrencilerinden Platon'un ve karşı görüşcüsü Aristophanes'in anlattıklarından bilgi sahibiyiz genelde.O dönem yaşananlar günümüze ne çok benziyor. "Tarih tekerrürden ibarettir" sözü bir kez daha doğruluğunu isbatlıyor. İnsan unutan bir varlık ama tarih unutulmaya gelmiyor. Unuttukça, kendini acı tecrübelerle hatırlatıyor. "Müslüman bir delikten ikikere sokulmaz" diyor sevgili Peygamberimiz. Binlerce kez sokulan bizler ahirette Peygamberimizin yüzüne nasıl bakacağız. Hatayı tekrarlamak ahmaklıksa bütün insanlık ahmak :( Tarihi bilmek geleceği şekillendiriyor, korkaklık eziyete talip olmak... Bence tüm yaratılanlardan bizi üstün kılan akıl nimetini kullanamıyorsak kimseden hesap sormaya da hakkımız yok.Ya da başımıza gelen kötü olaylar neticesinde ilahi adalet beklemeye... Zira bile bile hata yapıyorsak bunun hesabı kimden sorulabilir ki kendimizden başka. Tarih , büyük öğretici, bizse kötü öğrenciler...
Bunları düşündürdü bu oyun bana işte. Ve daha bir dolu şey... Konu güzeld, oyuncular muhteşemdi...
Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık derken,oyun broşüründeki çok beğendiğim bir yazıyı paylaşmak istiyorum.
Artık her şey değişti... Hiçbir şey eskisi gibi değil... Sabah karşılaşmalarında gülen gözlerle "günaydın"lar... Akşam karşılaşmalarında günün yorgunluğuna rağmen yüzlerden eksik olmayan tebessümlü "iyi akşamlar" ... Sabah kahvesi için buluşmalar... Sokakta oynayan çocuklar... Çocukları oynarken endişelenmeyen anneler, babalar... Pazar kahvaltıları... Birlikte oturulan akşam yemekleri... Samimiyet, dostluk, güler yüzlü insanlar, sabır, saygı, hoş görü... Herşey eskide kaldı...
Artık internetimiz var... Herkesin kendi hesap cüzdanı, kendi planları, kendi kariyeri var... Herkesin bir kendisi var... Başka kimsesi yok... Başka kimse yok...
Her yanımız, duyguları hiç eden para, yalnızca para... Ve onu kazanmak için duygusuzlaşan insanlar... Bir yerlerde kaybolduk... İnsan olma sevincimiz yok oldu... Alındı elimizden... Belki de biz verdik... Vazgeçtik... Hırsımız gözümüzü yok etti... Göremez olduk hiç kimseyi... Böyle yaşıyoruz artık... Tahammülsüz.. Etrafımızdakilere sinirli... Hayata öfkeli... Yalnız... Yapayalnız...
Böyle gelmedik ama böyle gidiyoruz... Bir şeyler yanlış gidiyor... Buna bir dur demek gerek... İşte bu yüzden vazgeçmiyoruz.... Vazgeçmeyeceğiz.... Unutmamak... Unutturmamak için...
Kalıcı Bağlantı Yorum (yok) Yorum yaz! Etiketler : sokrates in son gecesi,devlet tiyatrosu

7 Ocak 2010 Perşembe

Günlerim:)

Merhaba, günlerim yine birikti ,Trabzon'du, mimdi derken:) Hemen özet geçmeye çalışayım ; ki uzun olunca okunma şansımı azaltıyorum:)
Dün akşam Ayşe ile Sokrates'in Son Gecesi adlı tiyatro oyununu izledik Cevahir Sahnesi'nde.Oyundan bilahare bahsedeceğim.
Salı akşamı Ayşe'nin ablası Esra'daydık Elmas,Saliş,Deniz,Rukiş,Zeynep abla,Sevde ve Zehra ile . Esra harika mamalarla yine gönüllerimizi ve miğdelerimizi feth etti:) Teşekkür ederim misafirperverliğin için...
Pazartesi günü iş yerimde fazla mesaideydim:) Eve gittiğimde Saliş Yeliz'deydi , Deniz de geldi kahve içtik.
Perşembe günü yine Yeliz'de Benjamin Button'un İlginç Hikayesi adlı filmi izledik. Uzun ve güzel bir filmdi.
Cuma günü bütün gün evde dinlendik. Akşam üzeri annem hamur kızarttı,kısır yaptı Yeliz ile beş çayı keyfi yaptık:) Cuma akşamı Zehra'nın kızını alarak Nilü'ye gittim. Zehra da diğer iki kızı ile oradaydı. Çok istediğim çocuğun ne büyük bir sorumluluk olduğunu tekrar hatırlattı bana Zehra'nın kızı. Aceba diyorum çocuk yapmasam mı:) Dolayısı ile evlenmesem mi:) O akşam Nilü'lerin bahçesine indik komşuları Zehra abla , Yelda ve Semiha'da indi; birlikte çay içtik, çekirdek çıtlattık, rüzgara rağmen:)
Cumartesi günü ise kahvaltıya Sacid katıldı bizlere. Eski dostlar bol muhabbetli bir gün geçirdik güle,oynaya:)
Cmt. akşamı Rukiye'ye gittim kalmaya. Önce karşı dairelerinde oturan ağabeyinin evinde enfes Kayseri mantısı yedik, sonra da Rukiş'lere geçtik. Kahve içmeye müstakbel eniştesi ve arkadaşı da geldi. Zeyep abla,Gül,Şerife abla ve annesi ile hoş sohbet saatler geçirdik.
Pazar sabahı ise Rukiş'in ablası Fatma ablaya kahvaltıya davetliydik:) Anlıyacağınız yılbaşı tatilimi iyi değerlendirdim:) Ve sonunda evime varıp, kalkmamacasına uyudum:)
Çarşamba günü Salih ile Vahşet Tanrısı'nı izledik Cevahir Sahnesinde.
Salı günü Elmas'daydık Deniz, Ayşe, Saliş, Derya, Zehra ile birlikte.
Pazartesi günü Ülkü ve Aysel bizdeydi.
Bitti:)))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))

5 Ocak 2010 Salı

Mim ...

Sevgili Kelek Gibim'in ikinci mimini de geç kalmadan cevaplayayım:)
Kullandığım Parfüm: Ne olursa:) Şu an kızkardeşimden satın aldığım Women of Earth
En son izlediğim film : Benjamin Button 'un ilginç hikayesi
Vazgeçemediğiniz giyim markası: Hiç öyle bir markam yok. Marka bağımlılığım hiç yok daha doğrusu
Okuduğunuz kitap: Şu anda Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın İffet adlı kitabını okuyorum.
Sac ve Göz Rengi: Açık kestane,kahve
Benim için önemli olan 5 yer: Evim, İstanbul,Türkiye,Mescid-i Haram,Mescid-i Nebevi
Wishlist : Dünyada ve Ahirette ailemle çok ama çok mutlu olabilmek.

Benim mimlediklerim : Yaprakcığım ve Blah blahciğim...

2010'dan beklentilerim...

Merhaba , benim mim ve sobeyi çok sevdiğimi bilen arkadaşım Kelebek Gibim sağolsun bu sevgime duyarsız kalmayıp beni sobelemiş. Çok ilginç ama cidden mimlenmeyi seviyorum:) Yazıyı okumadan sonuna bakıyorum,mimlenmiş miyim diye:) Sultancığıma bu jesttinden dolayı tekrar teşekkür ediyor ve sobesini cevaplamaya geçiyorum.

2010'dan bekletinlerin?
Kendim için: Sağlık, huzur, para ,koca:) Gezmek,yemek-içmek,zayıflamak:)
Herkes için: Barış,özgürlük,adalet, eğitimin iyileşmesi, tüm hastaların iyileşmesi, borçlu olanların borcunu ödemesi,işsiz olanların iş bulması, çalışanların zam alması, ekonomik krizin geçmesi, bekarların evlenmesi, Afrika'nın bolluğa kavuşması, herkesin herkese karşı hoşgörülü olması. Ve daha bir dolu gerçekleşmesini istediğim iyi niyet...
İnşallah hepsi gerçekleşir. Olur mu, olur!

Ben Zeynep Melikeciğim'i mimliyorum, yaz bakalım:)

"VAHŞET TANRISI"


Merhaba ,geçen hafta tiyatro arkadaşım İclal'in işi çıkınca Salih ile birlikte Vahşet Tanrısı adlı oyunu Devlet Tiyatrosu'nun Cevahir sahnesinde izledik. Oyunun yazarı Yasmina Reza, çeviren Zeynep Avcı, yöneten Celal Kadri Kınoğlu; oyuncular Ülkü Duru,Zafer Algöz, Zerrin Tekindor, İşdar Gökseven. Oyuncuları okuyunca oyunun güzel olduğunu tahmin etmişsinizdir:) Diğer isimleri malesef tanımıyorum:)

Çocukları kavga eden iki aile uzlaşmak için bir araya gelir. Amaç uzlaşmak olsa da gelinen nokta çok farklıdır. Çünkü insan, olmak istediği ile olduğu arasındaki aranın içinde boğulur. "Ya olduğun gibi görüneceksin, ya da göründüğün gibi olacaksın" sözü bu oyunun özeti sayılabilir aslında. Kişilik çatışması yaşayan karakteri oturmamış insanların sonunda ne fena bir duruma düşebileceğini de hatırlatıyor bize bu oyun; ama güldürerek. Vahşet Tanrısı'nın konusu da, oyuncuları da harikaydı. Şimdi görmesini istediğim arkadaşlarımla tekrar izlemek üzere uygun bir zamanı kollayacağım. Tüm emeği geçenlerin ellerine sağlık...