25 Şubat 2010 Perşembe

24 Şubat 2010 Çarşamba

Merhaba/Hoşçakal...




Merhaba, 18 Şubat akşamı Reşat nuri Sahnesi'nde "Merhaba /Hoşçakal" adlı oyunu izledik yine İclal ile:) İclalciğim ,hayatımda iyi ki varsın, ayrıca iyi ki tiyatroyu benim kadar seviyorsun:)

Oyunun yazarı Güney Afrika'nın önde gelen roman ve piyes yazarlarından Athol Fugard. Fugard, Güney Afrika'nın ırkçı rejimini eleştiren eserler vermesi ile benim sevgimi oyunu beğenmemin yanı sıra da kazanmış oldu:) Bu bilgiyi elbette İBB Şehir Tiyatroları'nın hazırladığı oyun tanıtım broşüründen edindim:) Kendisi ile tanışıklığım yoktur:) Oyun yönetmeni ise aynı zamanda oyuncu olan Taner Barlas. Oyuncuları ise ki kendilerini çok beğendim Tolga Yeter ile Ayşen Çetiner Sezerel.

Oyunun konusunu yine kopyalayarak aktarıyorum. Çünkü kendi cümlelerimi toparlayamayacak kadar kafam karışık bu günlerde. Emeği geçen herkese teşekkür ederim, ben bu oyunu ayakta "Bravo" sesleri ile alkışladım.

"Merhaba Hoşçakal, yıllar sonra eve dönen Hester'in, erkek kardeşi Johnnie'yle yaşadığı birkaç saat süren aile içi hesaplaşmasını anlatıyor. Yıllarca köle gibi çalıştırıldıktan sonra bir iş kazasında bacağı kopan babaları, hurdaya çıkarılmış bir makine gibi, kenara atılmıştır. Terkettiği eve on beş yıl sonra yalnızca bir "merhaba" ve "hoşçakal" demek için uğradığını söyleyen Hester'in asıl niyeti, babasının tazminat parasından payını almaktır. Yaşamın savurup attığı bu iki kardeş bir gece boyunca yitirdikleri her şeyi; aile, çocukluk, sevinç, umut, aşk… ne varsa sorguluyor. "

Hoşçakal...

Ful Yaprakları...


Merhaba 16 Şubat akşamı İclal ile İst.Devlet Tiyatroları Küçük Sahne'de Ful Yaprakları adlı oyunu izledik. Sahne cidden küçücüktü:) Oyun başlamadan önce gurup halinde gelenlerin muhabbetleri, yiyecek bir şeyler atıştırmaları,sıradan sıraya laflalamaları bizi biraz afallatsa da neyse ki oyun başlayınca susmayı bildiklerini görmemiz rahatlamamıza sebep oldu:) Dekor da şimdiye dek izlediğim oyunlardan farklıydı. 3 Parça halinde sahnede ekranlardan yansımalar oluyordu. Bunun tekniğini anlatmam zor, izlemeniz lazım:) İlkin "sahnenin küçüklüğünden dolayı mı bu yol tercih edildi" desek de kesinlikle bunun özel bir şey olduğunu kavrayıverdik ve çok da beğendik:)

Gelelim oyuna, oyun yazarı aynı zamanda oyuncu olan Civan Canova, yönetmeni Turgay Kantürk. Oyuncular ise Özlem Güveli Türker, Özden Çiftçi, Musa Uzunlar. Oyunu izlemeden oyun hakkında bilgi toplamaya gerek duymamıştım, zira oyuncular arasındaki Musa Uzunlar dizilerden tanıdığım ve çok beğendiğim bir oyuncuydu. Bu oyundaki performansına da- diğer oyuncular da dahil- hayran kaldım.

Oyunun konusuna gelince, bunu Civan Canova'nın internet sitesinde yayınladığı "Ful Filizlenirken" başlıklı yazısından kopya çekerek, kibar tabirle alıntı yaparak anlatmak istiyorum:)

‘Orada kimse yok mu?’

Ful yaprakları, sesleri çıkmadığı halde hayata haykırmaya çalışanların oyunudur.
Yaşam, hiç bir evresinde kucak açmamıştır; koca şehrin ortasında, tek kişilik hücrelerinde yaşamak zorunda bırakılanlara. Tek yol kendilerine benzer birilerini bulmaktır. Ama ‘kendilerine benzer birileri’ de yoktur aslında. Çünkü o ortamda kendileri bile kendilerine benzememektedir. O halde gerçeği sanalın içinde eritmek ve de yeniden şekillendirmek gerekmektedir.
‘Ful Yaprakları’, hiçliğin kıyısında dolanan - bu tabirimi ukalaca bulmazsanız – anti kahramanların var olma ve hayatlarını yeniden yazma çabalarıdır.

Çocukluğuma dair bir mim...

Merhaba,Bir Güzel Çift bloğunun sahibesi Aşeciğim mimlemiş bu kez beni."İstemezsen cevap verme" demiş hem de:) İstemez miyim hiç,ben mim cevaplamayı çok severim yaw:) Hemen cevaplıyorum:)

Çocukluğunuzda anne ve babanızla (ya da aile büyükleriyle) yapmış olduğunuz ve sizi siz yapan şeylere katkısı olan bir olay, bir aktivite, bir eylem… Ve hangi yönünüze katkıda bulunduğu

Tahmin edeceğiniz gibi ben çok hareketli bir çocuktum,tabi okul dışında:).Okuldaki sessizliğimi sanırım sokakta ve evde fazlasıyla gideriyordum. Aktiviteden de bol bir şey yoktu hayatımda. Apartman sakinlerinin çocukları ile apartman bahçesinde hazırladığımız danslı,piyesli program ilk para kazanışımdı mesela. Programa çalıştık,hazırlandık ve biletleri sattık. Tabi bazı kurnaz komşular balkondan izleyip beleşe getirmişlerdi:). Yine de hasılat iyiydi ki bitiminde birer dondurma almıştık kendimize:)

Sonra mahallede deliler okulu kurmuştum. Bu okulun başöğretmeniydim. Çocuklarla tüm kuralların tersini yaptığımız ve çok keyif aldığımız bir eylemdi bu. Bu da deliliğime katkıda bulunan bir oyundu:)

Sonra annem ve komşularımızla evcilik oynayışımız da güzel anılarımdandır. Bana gelirler ve ben onlara kahve ikram ederdim oyuncak fincanlarımla. Annem bizimle hep arkadaş olmuştur. Hala da bize çok güzel ayak uydurur. Bazen biz ona ayak uydurmakta zorlanırız hatta:) Babamla gazinolara gidişimiz,onun saz çalıp ,türkü söylemesi,Saliha doğduğunda bizi gezdirerek ilgilenişi,her bayram cicilerimizle sütüdyoya götürüp fotoğraf çektirmesi ve luneparka götürüşü de anılarımın arasında en güzel yerdedir.

Bir çocuk vardı başka mahalleden. Bizim mahalleden her geçişinde durdurup,şarkı söyletir,öyle yol verirdim. Hatırlıyorum da bazen saklanıp, izler ve son anda çıkardım karşısına. Beni göremeyince çıldırasıya koşar ,ama nafile karşısına yine çıkar "oku" derdim, okuduktan sonra geçmesine izin verirdim:)). Ay neymişim ben yaaaa, şimdi bu eşkıyalığıma mı bir örnek yoksa sanat severliğime mi :)

Bir de kızlar çetem vardı. Yan mahalledeki erkek çocuklarla kavga ederdim. O zamandan ruhsuzmuşum erkek konusunda:) Yan mahallede oturan bir sınıf arkadaşım vardı kavga ettiklerimin arasında. Okula gelmediğinde bir ordu gelirlerdi ödev istemeye:) O saklanır ,arkadaşları ödevini alırdı:)))

Çocukken oynamayı en çok sevdiğiniz oyun ve oyun aparatı? Sokakta oynar mıydınız?


Sokaktan çıkmazdık ki:) Aslında annem pimpirikliydi benim. Evimiz giriş katta oluğundan sanırım rahatlıkla sokakta oynuyodum. Bir yere gittiğinde kapıyı üstümüze kitlerdi. Şimdi büyük hata yaptığını anlıyor.Bir gün komşularla bir yere gidip gene beni kitlemişti eve. Komşunun ergen oğlu da kapıda kalmış,içeri aldım tabi balkondan dışarda kalmasın diye:) Annemler geldiklerinde fena telaşlandı herkes odaya çekip bana bir şey yapıp yapmadığını sordu:))) Ben de ne yapabileceğini düşünüp durdum çocuk aklımla:)))

Pardon ya konu saptı:) En çok sevdiğim oyun ne bilemedim bütün oyunları severdim. Aparat ise sanırım bebeklerimdir. oyuncak bebekleri çok severdim. Ben oyuncağı bol bir çocuktum. Ne çıksa bize alınırdı. Ama bebeklerimin dışında pek kıymetini bilmezdim , çabuk bozardım :)

Çocukluğunuz ve ilk gençliğinizle ilgili keşke farklı olsaydı dediğiniz bir durum/olay…


Yok sanırım. Bir tek İlk okul öğretmenimi ve ilkokul yıllarımdaki pısırıklığımı değiştirmek isterdim sanırım.

Bir de üniversiteyi keşke okusaymışım o yıllarda, şimdi çok zor geliyor:)

Bir de komşu kızı Kamile 'ye Nilü ile yaptığımız büyük terbiyesizliği keşke yapmasaydık. Nilü ısrarla "sakın yazma" dese de bir gün bu çirkin olayı da anlatırım:)

Çocukluk ve ilk gençlikle ilgili iyi ki böyle olmuş dediğiniz bir olay…


İyi ki yatılı okulu bırakmışım. İyi ki kompozisyon yarışmasına girmişim,iyi ki bol bol çocukluğumu yaşamışım, iyi ki bir çok dost edinmişim. İyi ki Hilal , Gülden ve Suna ile aynı apartmanda yaşamışız. Aklıma bunlar geldi.

Varsa çocukluk dönemine dair bugünü etkileyen bir olay, anı

Bugünki tiyatro sevgimi gençken oynadığım piyeslere borçlu olabilirim. Şiir sevgim de bugünümü etkiledi, şiir okuduğum her yerde görücü çıkardı :) Dedeme olan sevgim de bugünümü etkiledi. Dedemle yaşadıklarım yaşlılara karşı sevgimi çok arttıran bir etken .Okuduğum okullardaki hocalarım da bugünümü etkiledi. Yatılı okula başladığım ilk yıl kendimi keşfetmeme sebep olan öğretmenlerim sosyal oluşumda büyük etkenler,yeteneklerimi de onlar sayesinde geliştirdim.

Bu mim sayesinde geçmişi hatırladığımda , çocukluk yıllarıma dönmek istedim:) Cidden çok hoş bir çocukluk yaşadım çok şükür. Bütün çocuklar umarım güzel yaşarlar çocukluklarını. Genç kızlık dönemimi ise biraz çalkantılı yaşadım.Zor bir ergendim:) Bir ara da ergen dönemindeki maceralarımı anlatırım. Evden kaçıp, bakkaldan bisküvi,çikolata alıp üst kata saklanmak gibi:) Dilimin altına hapı doldurup,üstüne su içmem ,sonra da alttaki hapları çıkarmam gibi:) Annem bunu bilmediğinden zorla kusturmuştu beni:))))Yani şimdiye göre masum şeyler ama aileme göre büyük olaylardı:)Ayşeciğim beni mimlediğin için teşekkür ederim sana. Benim mimlediklerim fix zaten:) Yaprak,Zeynep Melike ve Blah Blah...

19 Şubat 2010 Cuma

Acı, saklandığı yerden çıkıp "cee" dedi:(

Merhaba, bunca yoğunluğa rağmen ciddi anlamda depresif olduğum, hayatımda melankolinin üst seviyede olduğu bir hafta yaşıyorum. Uzun zamandır ilk kez kendim için ağladım,ilk kez kendime acıdım ve canımı acıttım. "Meşguliyet üzüntüyü azaltıyor" sözüne hep inanmış biri olarak bu haftaki ruh halimle "azaltıyor ama acı girdiği yerde saklanmaya devam ediyor" cümlesini de inandıklarımın arasına alıyorum. Bu düşünceme sebep acılarımın çok uzun zamandır saklandığı yerden çıkıp bana "ceee" demesi oldu.

Dün akşam İclal ile "Merhaba,Hoşçakal" adlı tiyatroyu izledik Reşat Nuri Sahnesinde. Bir biletim kaldı. Şubat ayını çok yoğun geçirdim ama Mart ayında duravarıp,ders çalışmaya çalışacağım.

Çarşamba akşamı Birsen'in annesine gittik Nurgül ve Aysel ile. Birsen 'in çocuğunu sevmeye doyamadım. Yeni doğmuş bebekteki koku bir mucize olsagerek. Öyle muhteşem ki; onu uyurken bile seyretmek harika bi şey. Bu duygu kendi çocuğum olsa nasıl olur diye düşündürttü gene bana. Belki de hayatımdaki bu eksikliği Ahmet bebekle farketmem de canımı acıtanlardan biri oldu.

Salı akşamı da yine İclal ile Küçük Sahne'deki Ful Yaprakları adlı oyunu izledik. Oradan da Birsen'in bebeğini görmeye gittim. O gün Beyza rahatsız olur diye içime sine sine sevememiştim Ahmet bebeği. Ertesi gün kalabalıkta kaynıyorumdur diye doyamasam da bol bol sevebildim. Birsen'in annesinde o gün halam ve kuzen İsmail de vardı.

Pazartesi akşamı evdeydim.

Pazar günü bahsettiğim üzre Konya'daydım.

Cumartesi akşamı gittik Konya'ya, gündüzünde Ülkü'ye kahve içmeye gittik,Zübüş teyzem oradaydı gitmeden görelim diye.

Cuma akşamı da hayli morelsiz olan ve zor zamanlardan geçen Zübüş teyzeme morel vermek amacı ile Belgüzar teyzede toplanıp Belgüş, Ayşe, Ertan, Saliha, annem, Ülkü, Fatoş abla, Özgül ve Zübüş ile bir cafeye gittik. Ayşe pasta yaptırdı üzerine de "Seni çok seviyoruz,üzülmeni istemiyoruz" yazdırdık. Orada ışıkları söndürtüp ,pastayı getirtdirince teyzem çok şaşırdı ve sevindi.

Perşembe akşamı bahsettiğim üzre İnci Çayırlı konserindeydik. Konser çıkışı Eyüp ve Ülkü ile bize geldik. Zübüş teyzem de o gece bizdeydi. Birlikte kahve içmeye gittik geç vakit. Yine teyzemi ferahlatmaktı amaç...

Çaşamba akşamı evdeydim.

Salı akşamı yine bahsettiğim gibi Cevahir Sahnesi'nde "Kredi Kartı,Vak'aaa" adlı oyunu izledik Elmas ile. Oradan da birlikte kahve içtik.

Pazartesi akşamı evdeydim.

Hemen hemen her günüm dolu olmasına rağmen nasıl oluyor da içim acıyor bilmiyorum, içimin acıdığını söylemeye de utanıyorum:( Ama acıyor işte. Her zaman böyle olmuyor hatta yazdım ya çok uzun zamandır canımın acımasını unutmuştum. Neyse her zaman hayatın güllük,gülistanlık olmasını beklemem hata olur zaten. Acısına da "eyvallah"...

18 Şubat 2010 Perşembe

İnci Çayırlı ve Tango...

Merhaba geçtiğimiz hafta Perşembe günü Esra, Hacer teyze, Yasemin abla, Hilal, Hasan, Esra ,Osman, Ülkü ve Eyüp ile birlikte CRR'de İnci Çayırlı'nın "Aşkın Dansı Tango" adlı konserini izledik ve dinledik. Sanırım bu ay tango ayı idi. Gittiğim üç konser de tango ağırlıklı idi zira. İyi ki de öyleydi, bildiğim ve bilmediğim birbirinden güzel tangolara doydum bu sayede. Fakat bir şey itiraf etmeliyim ki en zevk aldığım konser bu konserdi. Acayip mutlu olarak izledim,sonrasında da bu keyif sürdü uzun bir süre. Hepimiz hemen hemen aynı fikirdeydik; ki konser bitiminde kulisten ayrılamamız da bunun bir göstergesiydi. Arabada dönerken de fasıla devam ettik:) Konserdeki şarkıların hemen hemen hepsini biliyordum ve kendimi durduramayıp eşlik ettim kötü sesim ve ellerimle:) Konserin içeriği muazzam dolulukta idi. İnci Hanım'ın tek başına sesi bile yeterken, bir de dans grubu birbirinden güzel danslarla eşlik etti şarkılara. Sonrasında çok sevdiğim şarkıların bestecisi olduğunu öğrendiğim bir usta bestekar 2 şarkı ile programı daha da güzelleştirdi. Ayrıca İnci Hanım'ın talebelerinden olan İzmir Devlet Korosu Şefi Hayati Çiftçi de harika sesi ile 2 solo ve bir düet tango şarkı ile programı eşsiz kıldı. Orada söz de verildi Hayati Bey ile İnci Hanım bir konserde daha buluşacaklar, tabi ben de kaçırmamaya çalışacağım:) Ayrıca dolu olan salonun protokol kısmı da doluydu. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Zafer Üskül de çiçek verirken protokolün ne denli memnun olduğunu hissettiriyordu :) Biz konser bitiminde yine Hacer teyze sayesinde kulise girdik İnci Hanım'ı ve diğer emektarları tebrik edip resim çekildik. Bu konser bir enfesti, tekrar tekrar böyle bir geceyi yaşamamıza sebep olan emektarlara sonsuz teşekkür ederim...

Hacer Teyze'yi İnci Hanım'ın arkasında yakaladık bu kez. Ama kuliste yanyana ,sarmaş dolaş da oldular. Hacer Teyze bir harika yaw. Ülkü de bayıldı "bundan sonra kankam Hacer Teyze" diyor:)

17 Şubat 2010 Çarşamba

Konya resimleri...

Merhaba, bu uyuz bloğu:) hala çözememekten dolayı resimlerin ne olduğunu altlarına yazamıyorum, ama alttaki yazıda anlattıklarımla sanırım anlaşılıyordur az buçuk:).

16 Şubat 2010 Salı

Son durak Konya ve Mevlana Hz.idi...

Merhaba, herkese güzel günler, bol muhabbetler diliyorum. Başlıktan da anlaşılacağı gibi haftasonunu annem, Belgüzar teyze, Rukiş, İclal ve Sevilay abla ile Konya'da geçirdik. Özellikle sevgililer gününde aşkın en güzel örneklerinden biri olan Hz.Mevlana'yı ve Şems'i ziyaret etmek büyük mutluluktu bizler için. Köyüm ile Konya'nın arasındaki mesafe çok kısa olmasına rağmen şimdiye dek gitmek nasip olmamıştı .Gezi planımı duyanlar sağolsun birer birer eşlik etmek isteyince sayımız altıya çıktı:) Rukiye'nin bir öğrencisinin velisi Konya'lıymış bizi kızkardeşinin misafir edebileceğini söylemiş. Biz kalabalık olduğumuzdan kabul etmedik bu durumu, onlar da bize öğretmen evini ayarlamışlar.Havaalanına gelince haberdar ettiğimizde kültür merkezi'nde semazen gösterisi olduğunu söyleyince biz direk Kültür merkezine gittik. Ayağımızın tozu ile haftada bir gün olan bu gösteriyi izlemek nasip olunca çok da mutlu olduk. Ruha huzur veren semazenler, ney sesi, klasik enstürmanlarımız ve harika melodilerle tüm yol yorgunluğumuzu unutturdu bize bu gösteri. Tüm gezi boyunca bizlerden ilgilerini esirgemeyen mihmandarlarımız Neşe abla, eşi , çocukları Fatih ve Kübra ile burada tanıştık. Gösteri sonrası önce çantalarımızı öğretmenler evindeki odalarımıza yerleştirip sonra da çok aç olduğumuz için hepbirlikte bir lokantaya girip karınlarımızı doyurduk. Biraz şehri turlayınca da odalarımıza istirahate çekildik. Sabah bizler kahvaltı yapıp hazırlanmaya çıktığımızda mihmandarlarımız erkenden bizi gezdirmek için gelmişlerdi bile. Bu gezide rehberimiz Fatih idi. Genç yaşına rağmen öyle güzel yetiştirilmiş bir delikanlı ki Fatih, bilgisine ve efendiliğine hayran kaldık hepimiz. İlk durağımız Karatay Medresesi idi. Şu an müze olan medresede Selçuklu dönemine ait çini eserleri sergilenmekte. İçinde Celaleddin Karatay'ın türbesi de mevcut. Bu medresenin ve şimdinin Çini müzesi'nin yapım tarihi 1251 yılı. Müze girişindeki kapı Selçuklu dönemine ait taş işçiliğinin en güzel örneklerinden . 2. durağımız Alaaddin Keykubat Camii idi . Selçuklu sultanlarının türbelerinin de olduğu bu cami Selçuklular'ın en eski ve en büyük yapısıymış. Anadolu Selçuklu Devleti ,şehri Bizanslılar'dan alıp başşehir yapınca buradaki yığma (suni) tepeye saraylarını ve Alaaddin Camiini yapmışlar. 1116-1155 ve 1220 yıllarında çeşitli hükümdarlar tarafından yapımı sürdürülmüş. En son Alaaddin Keykubat zamanında bitirilince de onun ismini almış. Cami içindeki 1. mihrap şu an yok,1155 de yapılan 2. mihrap duruyor.1116'dan kalma ağaçlar ve tuğlalar orjinal.Türbeler önce içindeyken yapının, sonraki tadilatlarda ayrılmış.Hünkar Mahfeli ,saray sultanlarının namaz kıldığı yer de fil ayağı üzerine yapılmış ve hala mevcut. Cami içideki abonoz ağacından kündekari sanatı ile yapılmış minber ise tam 40 yılda bir sanatkar tarafından tamamlanmış. Bu yapıları görünce eskinin sanata vediği değere hayran olmamak mümkün değil. Tabi bunda sanatçıların desteklenmesinin de çok büyük önemi var. Ekonomik sıkıntı çeken biri nasıl sabır gösterir yoksa bir yapıyı 40 yılda tamamlamaya. Bütün bu bilgileri camiinin temizlik görevlisinden öğrendik. Sağolsun bize bildiklerini aktarıp ,gezdirdi bu mekanı. Tepede bulunan ve 1936 yapımı Şehitler Anıtı'nın da içinde bulunduğu bir çay bahçesinde soluklanıp sonra 3. durağımız olan İnce Minare Medresesi Taş ve Ahşap Eserler Müzesi'ne gittik. Yine Selçuklu hükümdarları tarafından 1258-1279 yılları arasında hadis ilmi okutulmak üzere inşa ettirilmiş bir medreseyken daha sonra Selçuklu, Karatay ve Osmanlı taş eserlerinin sergilendiği bir müzeye dönüştürülmüş.

4. durağımız Sultan Selim Camii idi. 1566-1574 yılları arasında 2. Selim tarafından babası Kanuni Sultan Süleyman'a hediye olarak yaptırılmış olan camiye 1795 yılında Yusuf Ağa Kütüphanesi eklenmiş.Bu camii Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Buradan ayrıldıktan sonra Üçler Mezarlığı'nın önünden geçtik ki burası da Konya'nın en eski ve en büyük mezarlığı. İçinde 3 büyük evliyanın yattığı bilindiğinden bu ismi almış. 5. durağımız İstiklal Harbi Şehitlik Abidesi idi. 7000 den fazla şehit veren Konya halkının şehitlerinin bir kısmının isimlerinin yazılı olduğu Müze ve Çanakkale, İstiklal Harbi ve o yıllardaki köy yaşamını anlatan üç boyutlu maketlerden oluşan müzeyi hayranlıkla gezdik. Maketler emekli öğretmen olan bir çift tarafından en ince ayrıntıları düşünülerek öyle aslına uygun yapılmış ki o yıllarda yaşamak isteği oluşturdu hepimizde. 6.durağımız Konya'nın meşhur etli ekmeğini tatmak için sabırsızlandığımızdan Konya Konak Sofrası oldu. Burada bize ayrılan ot yastıklı,yer sofralı odada etli ekmeğin yanı sıra bamya çorbası, Arap aşı çorbası, çanak yoğurdu, fırın kebabı, ekmek salması, tirit, sebzeli kebap, sac ayağı tatlısı ve hoşmerim tatlısını da afiyetle yiyip,konya mutfağına bayıldık:) 7. surağımız ise Konya'ya sebeb-i ziyaretimiz olan Mevlana Hz.'nin türbesi oldu. Bazı yerleri tadilattan dolayı kapalı olsa da Hz. Mevlana'nın huzurunda olmak bizi manevi açıdan çok duygulandırdı.8. durağımız Aziziye Camii oldu. 1671-1676 tarihlerinde yapımı tamamlanan eser,Osmanlı dönemine ait. En büyük özelliği ise pencerelerinin kapısından büyük olması. 9.durağımız Şerafeddin Camii oldu. İlk inşası XII. yy.da yapılan cami yine Selçuklu eserlerinden biri. 10. durağımız Şems Tebrizi Hz.'nin türbesi idi. Elif Şafak'ın aşk romanını okuyan Rukiye ile Sevilay ablanın bütün gezi boyunca ziyaret etmekte sabırsızlandığı Şems, onlar için daha bir anlamlıydı. Keşke ben de bu kitabı okuyup ziyaret etseymişim Konya'yı. Şems'in şehit edildiği kuyunun olduğu yere inşa edilen türbe ; mescid,semahhane olarak da kullanılmaktaymış.11. durağımız yine Selçuklu devri eserlerinden olan İplikçi camii oldu. 1202 yılında inşa edilmiş cami sade yapımı ile dikkat çekiyordu. Gördüğünüz gibi bu gezi manevi açıdan yüksek olan daha çok türbe ve camii ziayareti ağırlıklı bir gezi oldu. Hepsi tarihi ve birer sanat eseri olan yapılar ecdadımızı minnetle hatırlamamıza ve bol bol dua etmemize de vesile oldu. Son olarak dönüş saatimiz yaklaştığından aynı çay bahçesinde soluklanıp havaalanına doğru mihmandarlarımıza bin teşekkür edip yola koyulduk. Bu gezide misafirperverliklerine, rehberliklerine hayran kaldığımız aileyi asla unutmayacağım. Onlar olmasa bu kadar yeri görebilir miydim bilmiyorum . Vedalaşırken bizlere Mevlana'nın 7 öğüdünün yazılı olduğu çerçeveyi hediye etmeleri ise ayrı bir incelikti. Kendilerine tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Tabi Rukiye'ye ve velisine de çok teşekkür ettik tanışmamıza vesile oldukları için. Konya maceramız da 1 günde bir dolu anı ile şimdilik hafızalarımızda ama bir ömür bloğumda yer aldı böylece. Sevgiyle,aşkla...

11 Şubat 2010 Perşembe

Kredi kartı - Vak'aaa...

Merhaba, "çok oldun" diceksiniz ama ben Salı günü de Devlet Tiyatrosu'nun Cevahir Sahnesi'nde Cüneyt Çalışkur'un yazıp,yönettiği Uğur Polat'ın ve Çağ Çalışkur'un oynadığı Kredi Kartı-Vak'aaa oyununu izledim Elmas ile.

Blah blah'in deyimi ile 'etkinlik kelebeği'nizin Şubat ayı çok yoğun:). Bunda hem cidden görmek istediğim tiyatroların ve dinlemek istediğim konserlerin bu aya denk gelmesi etken, hem de Saliha ile hala küs olmam etken:) Evde Saliha ile küsken çok canım sıkılıyor ama barışmayı düşünmüyorum, zira kavgamızdan sonra çok çirkinleşti:) Neyse artık yapcak bir şey yok her evde olan şeyler bizim eve de sıçradı:)

Ben oyuna döneyim:) Oyun tek perdede iki bölüm olarak işlenmişti. 1. bölümde kredi kartı vakası,ikinci bölümde de narsist kişilik vakası anlatılıyordu. İsme bakıp kredi kartı mağdurunu izleyeceğim diye düşünürken oyundaki karakter ile bankaların, müşteri mağduru olabileceğini görmek beni çok mutlu etti. Oyundaki bankacılarla Uğur Polat'ın telefonla kurduğu diyaloglardan çok şey öğrendim. Kartlarımı hiç faize düşürmesem de bir gün düşürüp, o cümleleri bir müşteri temsilcisine kullanmayı çok isterim doğrusu:)))

Cüneyt Çalışkur'un kızı olan Çağ Çalışkur 1. bölümde bir radyo Dj.idi. Oyun esnasında söylediği şarkılarda çok başarılıydı bence oyuna renk katmış. Ama benim için herşeyden önemlisi bu oyun ile oyunculuğunu çok beğendiğim Uğur Polat'ı ilk kez sahnede izlemem ve bu beğenimin artması oldu . Harika bir oyuncu ki bu oyunda da bunu çok iyi gösteriyor. Ben gülümsedim bol bol, çok da keyif aldım oyundan. Hatta son anda işi çıktığından gelemeyen İclal'e kendisiyle tekrar aynı oyunu izleyebileceğimi söyledim.

Oyun broşüründe Cünety Çalışkur "Nietzche 'Sizi öldürmeyen şey güçlendirir!' diyor. Ben de oyunlarımda 'sizi öldürmeyen şey sakat bırakır' diyorum " diye bir not düşmüş. Düşündürücü değil mi?

Tiyatroyu cidden çok seviyorum. Emek veren herkese sonsuz teşekkürler...

10 Şubat 2010 Çarşamba

Dilek Türkan ile tango keyfi...

Merhaba , daha önce bahsettiğim gibi Pazar akşamı Esra,eşi ve Hacer teyze ile CRR'deki Dilek Türkan konserine katıldık. Bu konsere iştirakim biraz ilginç:) CRR'deki etkinliklere bakarken Dilek Türkan konserini gördüm. Kim aceba diye nette aradığımda benim çok severek dinlediğim şarkıları söyleyen kişi olduğunu farkettim ve hemen bilet aldım:) Hatta uzunca bir zaman "Mazi kalbimde bir yaradır" adlı şarkıyı bloğumda çalmıştım,belki hatırlarsınız. Gel gör ki hiç merak etmemişim "bu sevdiğim şarkıları kim söylüyor" diye:) Bu da benim ayıbım işte. Velhasıl bu konserde Türkan, Cumhuriyet döneminden günümüze tango,fokstrot (ne demek bilmiyorum:)) gibi eserleri yaylı çalgılar dörtlüsü,piyano,kontrbas ve klarinetten oluşan bir entürmantal formasyonda seslendirdi. Bu açıklamayı broşürden yazdım ,hiç bir şey anlamadığımı itiraf etmeliyim:)) Anladığım şey harikulade bir ses, harika şarkılar ve profesyonel çalgıcıların enstürmanlarından çıkardığı muhteşem tınılardır:) Çoğunu bilmediğim, tozlu plaklarda kalan ,değeri bilinmeyen birbirinden değerli eserleri Cengiz Onural ve Oğuzhan Balcı'nın düzenlemeleriyle bizlerle buluşturdukları ve çok güzel bir akşam geçirmeme sebep oldukları için emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. Sesinize,ellerinize,yüreğinize sağlık...

9 Şubat 2010 Salı

"Kraliçe Lear"




Merhaba, Cuma günü Kenter Tiyatrosu'nda Eugene Stickland’in yazdığı,Yıldız Kenter'in yönetip , Sedef Şahin ve Feride Berin Varol ile sahnelediği Kraliçe Lear adlı oyunu izledik Hilal, Hasan,İclal, Esra ve Hacer teyze ile. Bileti haftalar öncesinden almıştım ve daha önceden hiç canlı performansını izlemediğim Yıldız Kenter'i sahnede izleyeceğim için çok heyecanlıydım. Heyecanıma değdiğini ise oyun esnasında ve sonrasında anladım. Oyunculuktaki başarısını bilsem de tiyatronun duayenlerinden olan Yıldız Hanım'ı sahnede izlemek bambaşka bir keyifti. Oyun boyunca yüzümdeki keyif ifadesi hiç bitmedi,sonrasında da tabi. 81 yaşındaki bir insanın sahnede nasıl devleştiğine şahit olmak ve çok kaliteli bir yapıtı izlemek büyük şans benim için. Oyun bitiminde kendisini tebrik etmemiz de unutamayacağım anlardan biri olarak hafızama kazındı. Hacer teyzeye bu anlamda çok teşekkür ediyorum ; çünkü bunca yıldır tiyatro ve konser takip eden biri olarak onunla etkinlikleri izlemeye gidene kadar hiç bir sanatçıyı yüzyüze tebrik etmek aklıma gelmiyordu. O, bu konuda çok duyarlı,onun sanata olan saygısı bana da örnek oldu.Tebrik edip,birlikte fotoğraf çektirdiğimiz Yıldız Hanım ise sahne dışında çok mütevazi idi. Sahne dışındaki hali sahnede ne denli devleştiğini ise bir kez daha anlamama sebep oldu. Partneri Sedef Şahin ise yüzkırk küsur kişi tarafından elemelerde seçilmiş bir lise öğrencisi. Cidden çok şanslı ki bu işi Kenter tiyatrosunda yapıyor. Çok da başarılı ve sevimli buldum kendisini, başarılarının katlanarak devam etmesini dilerim...
Kanadalı yazar Eugene Stickland, Kraliçe Lear'ı Urban Curvz Kadın Tiyatrosu'nun kurucularından Joyce Doolittle için özel olarak yazmış. Bu oyunu Kanada'da Türk bir bayan izleyip Yıldız Kenter'e yakışacağını düşünmüş ve böylece Kenter tiyatrosunda sahnelenme serüveni başlamış.
Yaşlı ve genç insanların aralarındaki kuşak çatışmasını,ayrı ve benzer yönler, iki kuşağın uzlaşmasının ne denli keyifli olacağı, insanın istediği ve cesaret ettiği takdirde her şeyi başaracağı, umudun ve heyecanın verdiği kazanç , vb temalar oyunu izlerken aklıma gelenlerdi . Verdiği keyif için emeği geçen herkese bin selam ve teşk:)(Oyunu seyredenler anlar:))
Ömürün sonu belli değil. Bence Yıldız Hanım ya da kendiniz hayattayken bu güzel oyunu izleyin.
"Kib , byeeee..:)" (Oyunu seyredenler anlar:))