20 Ekim 2010 Çarşamba

'Devr-i İstanbul'atmosferine bir eleştiri...

Merhaba,Ekim ayında 'Perde' diyerek açılan tiyatro sezonuna bu ay programdaki oyunların çoğunu izlediğimizden dün akşam ancak kişisel olarak 'Perde' diyebildik sponsorum İclal ve ben:) (Şey bu cümle devrik dozajını fazla mı aştı ne:)) O "bunu herkese söyleme" dese de ben "aaa olur mu öyle şey ben senin ne kadar iyi biri olduğunu dillendirmeyi seviyorum, hem demek ki sen iyisin arkadaşın bu kadar iyi diyorlar bana" dediğimde "yani kendine bir pay çıkartıyorsun gene" dedi:)))))) Koptum yaaa :))))) Velhasıl dün akşamki oyundan bahsetmeden 18 Eylül akşamı 2.kez izlediğim Devr-i İstanbul'un yeniden kritiğini yapmasam da o günkü atmosfer ile ilgili yorum yapmadan geçemeyeceğim. Devr-i İstanbul ,İstanbul'un başlangıcından bugüne değin geçen tarihini kostümlerle,slayt sunum ile,harika bir sahne ile ve dönemsel şarkılarla anlatıyor,hatırlatıyor. Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu'nda yine ücretsiz olarak oynanacağını duyunca kaçırmak istemedim. Aynı keyifi aldım,şarkılara eşlik ettim,güldüm,eğlendim. Slayt gösterimi sırasında günümüze yaklaşıldığında gazete manşetinde "Ve Tayyip hapiste" başlığı gösterildiğinde salonun genelinden gelen alkış çok üzücü. Her manşette ya protesto için, ya da anmak için alkış tutuluyordu lakin Milli Eğitimin müfredatında okutulan bir şiiri okuduğu için hapse atılmış bir adama görüşlerine karşı oldukları için alkış tutan,hapse atılmasından hoşnut olan insanların olması beni çok üzdü. Hoşlanmadım bu manzaradan. Herkes tepkisini elbette dile getirmeli ama tiyatro salonu buna alet edilmemeli . "Ortak payda maalesef bir parti kaynaklı olaylara yaklaşırken ortaya konulan subjektif yaklaşım" diyen bir arkadaşımın görüşüne katılıyor ve objektif bakmayı bilen,herkes için özgürlük isteyen bireyler olmayı umut ediyorum. Sevgiyle kalın; ve dahi saygıyla.Pek tabi sanatla...

İki şekerli ,bir sade:)

Merhaba, gerçek dünyaya döndüm sonunda:) Valla gezerken ,yazarken yorulduğum gibi yorulmadım:) Hatta hiç yorulmadım ama görev addettiğim (!) yazma işleminde çok efor sarfettim:) Resmen yazı dizisi (!)yayınladım yaw:))) Günlerime gelince söz verdiğim gibi özet geçerek geçiştireceğim,ama sadece bu seferlik:)) Her zaman bunu benden bekleme günlükcağazım:) Sukut-u hayale uğrarsın söyleyeyim:))))

Döndükten sonraki ilk hafta Salı (5 Ekim) günü evlendiğinden beri izin günleri bize uymadığı için "hayırlı olsun" demeye gidemediğimiz kuzen Ali 'ye gittik annem, teyzoş, Rukiş, Ülkü, Saliş, Eyüp ve çocuklar ile:) Evet bunca kişi bir arabaya doluştuk ve fasıl eşliğinde İst'un kötü trafiğinde sürünerek ama keyifle gittik geldik:) O uzun yola ve trafiğe bir "hayırlı olsun" demek için gidilir mi yaw:) Şaka bir yana Gönül'ü veAli'yi özlemişiz kuzenler bir arada güzel bir akşam geçirdik. Nilü'de geldi oraya ,dönüşte arabada o da vardı:))))))

Teyzoş doktor kontrolleri için bir kaç gün bizde kaldı. Babamın tv izlerken çıt çıkmamasına rağmen "sus" demelerinden öyle rahatsız oldu ki durup durup "ben melek gibi adamı mı boşadım aceba" diye iç sesini dillendirdi:)))))

9 Ekim Cmt günü Arzu ablama geçmiş olsun ziyaretinde bulunduk annem ile. Elmas,Neşe hala,Necmiye yenge ve Necla yenge de vardı.Arzu ablacığım bizi çok korkuttun Rabbim bu korkuyu bir daha yaaştmasın,seni çok seviyorum. Aynı akşam Annemin dayı kızı Ayşegül'ün nişan merasimine katıldık babam ve annem ile.

Bir akşam İclal'de kaldım ve barıştık:) Tiyatro sezonu açıldı ya gönüllü tiyatro sponsorum bu sene:). Dostluğunu ve tiyatroyu kaybetmek istemedim:) Şaka bir yana İclal seni çok seviyorum,küs olmaya haklı da olsam dayanamadım:) Bende yaş ilerledikçe mız mız ,huysuz bir kadın mı oluyorum ne:) Hafazanallah...

Bir akşam da maaile yemeğe kuzen Savaş'ın davetlisiydik. Eşi Muteber harika mamalar hazırlamış bize,teşekkür ederiz ellerine sağlık,kesenize bereket...

Geçen hafta Cumartesi günü eski komşum Gönül ablada buluştuk yine eski komşularım Figen ve annesi ,Selma abla,Hatice abla ile birlikte. Onları çok özlemişim orta yaş üstü kadınlarla ancak bu kadariyi anlaşabilirim yaw ,ne güzel vakit geçirdik birlikte. Aynı gün Fatma'ya uğradım Ülkü oradaydı bir tatlı yiyimlik de onda oturdum:) Yine aynı akşam Nilü'ye gittim "geçmiş olsun" ziyaretine. Fakat ben hasta oldum orada bir yatakta ben bir yatakta o yattı ertesi gün:) Hala hastayım efendim astım bronşitim nüksetti de. Beni sevdi galiba sık sık geliyor ziyaretime kör olasıca:) Pazar günü aynı zamanda ilk göz ağrım Ömerimin doğum günüydü. Babası revire benzeyen evden çocuğu kaçırıp cep telefonu hediye almış ve sinemaya götürmüş. Sönük geçen doğum gününü bu hediye unutturdu Ömerime. Çok küçük yaşı telefon için ama devir değişti maalesef:( Okuldan dershanaye gittiği için Nilü meraklanıyormuş ve gerekiyormuş artık. Eskinin lüksü şimdinin ihtiyacı oldu iyi mi. Ay ben yaşlanıyorum yaaaa:( Eskiden de söz ediyorum ya eyvahlar olsun:)) Akşam birlikte pasta kesip afiyetle de yedik Ömer şerefine:) Ömerim iyi ki varsın teyzeciğim,seni çok seviyorum ,çokkk...

Dün akşam da İcloş ile tiyatroya gittik . İkimizin de heyecanı görülmeye değerdi:) Bu sezon izlediğimiz ilk oyun olan 'Bedensiz Kadın' öyle beğenimizi kazandı ki çıtayı yüksek tutup başlamamız avantaj mı olacak hepbirlikte göreceğiz:) Kritiği başka yazı konum:) Şimdilik bana müsaade,iki şekerli,bir sade:)))

15 Ekim 2010 Cuma

İşte ARDA!












Merhaba,5 günlük Güney Doğu Anadolu gezimizin en küçük ferdi olan Arda için özel bir yazı yazacağımı söylemiştim ya işte bu yazı o yazıdır:) Arda’yı, havaalanının uçağa götüren otobüsünde gördüm ilkin ananesi ve annesiyle birlikte. Öyle güzel bir çocuk ki dikkat çekmemesi mümkün değil. Fakat ben bizimle aynı turda olduklarını düşünmemiştim o an. Uçakta bu güzelliği seyretmeye devam ettim ama hala aklıma bizim turda olacağı gelmedi normal olarak:) Ta ki Diyarbakır Havaalanında inip otobüse binene kadar:) Annesinin deliliğine şok olmakla beraber:) çocukluğuma çok benzettiğim Arda ile aynı turda olmaktan çok mutlu oldum. Bu bal çocuk turumuzun neşe kaynağı idi. Ben süper zeka olduğunu iddia ediyorum. Çünkü 2 yaşında olmasına ve “nene,baba “ kelimelerinden başka konuşamamasına rağmen ne dersek anlıyor ve istediği her şeyi anlatabiliyor. Gördüğüm en mutlu çocuklardan biri maşallah. Dönüşte uçakta baba krizi tutana değin tur boyunca hiç mızmızlanmadı. O krize de ben sebep oldum biraz:) Kucağıma aldığımda baba deyince camdan dışarıyı gösterip babasının aşağıda olduğunu , onu beklediğini söyleyince çocuk neredeyse uçaktan atlayacaktı:) Ay ben ne bileyim bu denli krize girdiğini:) Canım benim yaa o halini görünce Arda’nın hep dua ettim “Allah’ım hiçbir çocuğu anne-babasından ayırma” diye. Arda beyimizin süper zeka olduğunu düşündüğüm gibi onun ilerde temizlikçi olacağını da tur boyunca her gittiğimiz yerde süpürge bulup temizlik yapmasından dolayı düşünmedim değil:) Algıda seçicilik buna denir. Yaw nereden bulur o süpürge ile faraşı anlamadım ki:) Sıra gecesinde davula ve bana takıp -tuttuğumu koparacağımı anlamış olmalı :)- ki davulu almak için beni seçmesi de ayrıca bir ilginçlikti:) Elimden tutup tutup davulcuya götürdü beni:) Sonunda davulcudan rica edip davulu alıp eline verdiğim de anladım ki Arda’nın abuk mesleklerinin arasına davulculuk da girdi:) Daha sonra durmaksızın davul çalma isteği ile baş edemeyip Antep’ten davul aldı annesi ona:)Hatta çarşıda dağıldığımızda anlaşmıştık kim görürse hemen alsın diye , Arda görmüş olmalı ki annesi Elif aldı beyimizin davulunu:) O davul otelde,otobüste düşmedi elinden bir daha:). Saliha "Arda’yı köşede indirin" dese de tüm tur halkı onu öyle sevdik ki davul sesi bile bizi rahatsız etmedi. Ardacığım bizimle birlikte kebap yiyen, sıra gecesinde oynayan, kahve telvesini parmaklarıyla yiyen, künefeyi çatal ve bıçak kullanarak yiyen özel bir çocuk. Gezi boyunca annemle her konuşmamızda Arda’dan bahsettim durdum, gelince resmini gösterdiğimde ise o da bana benzetti:) Yine gezi boyunda Arda’ların arkasında Seyhan ile Süleyman oturduğundan Arda onlarla oynadı diye feci kıskandım:) Hatta Süleyman’a dayı demesi ve bana teyze diyememesi beni çatlattı:) Yine gezi boyunca Arda’ya sürekli denize nasıl atladığını,nasıl daldığını ,nasıl yüzdüğünü ve annanesinin ona nasıl kızdığını sordum ki çocuk sonunda otomatiğe bağladı , yazık sesimi duyar duymaz ardı sıra yapıyordu bunları :)

Ya ben bu çocuğa hasta oldum. Elifciğim seni ve Arda’yı çok sevdim ben .İyi ki sizi tanıdım . Ailecek çok mutlu olun her daim. Bal Arda’ma kocaman öpücükler,annesine ve ananesine de…

Ştttt maşallah demeyi unutmayın heee...

GAP NOTLARI-5:)

SONUNDA SON GÜNE GELDİK:)

Merhaba , son güne geldik sonunda:) GAP turumun son gününden de bahsedeyim, bir de Arda ‘ya özel bir yazı döşeyeyim, sonra da bu mevzuyu kapatayım değil mi:) Gök görmediklik de bir yere kadar:) Hem döndüğümden beri biriktirdiğim günlerim var anlatayacağım:)



PARA BÖYLE BİR ŞEY İŞTE:)

Son günümüze Antep’te uyandık. Saliha “Para böyle bir şey,her sabah gözümü açtığım yer mutlaka başka bir şehir olmalı” diye bizi güldürdü:) Sabah kahvaltının ardından ilk işimiz sedef atolyesine gidip sedef yapımını görmek oldu. Cidden çok büyük el emeği ve ustalık gerektiren bir sanatmış. Buna istinaden sanırım bu kadar pahalı:) Ustaların ellerine, sağlık zanaatlarına bin bereket… Sedef atolyesinde bizlere zahter çayı ikram ettiler. Ne iyi geldi doğrusu,teşekkür ederim. Sedef Atolyesinden ayrılıp tur programında yer alan Kilis’e doğru yol aldık:) Almasak da olurmuş :) Kilis’ten sadece geçtik efendim. Bunun adına şehir turu diyorlar:) Ben böyle tura... :)) Kilis’e dair tek söyleyebileceğim şey sadece Antep’e sınırının olması:) Hadi dayanamadım Evliya Çelebi’nin Kilis’e dair notlarından bir paragraf da düşeyim göremesem de haksızlık etmeyeyim bu şehre, neticede turun suçu:) "Kilis Şehri, Halep eyaletinde sancaktır. Fakat Valide Sultan hassıdır. Yetmiş yük akçe ile iltizam olunur. Üç yüz payesi ile sadaka olunur şerif bir kazadır.Sancak Bey'ine adalet üzere seksen bin kuruş hasıl olur. Kadısına yedi bin kuruş hasıl olur. Kalesi virandır. Ama Celali ve Cum Kürtleri korkusundan şehrin dört tarafı kale gibi kerpiç duvarla çevrilmiştir. Evliya ÇELEBİ, Seyahatname"





DÜNYADAKİ İLK AÇIK HAVA MÜZESİ,YESEMEK!

Kilis gezimizin(!) ardından Gaziantep’e bağlı İslahiye ilçesinde bulunan Yesemek Açık Hava Heykel Müzesini gezdik. Burası suların arasında bazalt taştan yapılmış olan çeşitli tanrı,aslan ,hayvan vs. heykellerin ve heykel taslaklarının sergilendiği güzel bir yer. Dünyada bilinen ilk açık hava heykel müzesi aynı zamanda. 1890 yılında kazı yapan bir Alman tarafından bulunmuş.



Ve gezimizin son durağı olan Hatay il sınırlarına giriyoruz. Amik Ovasından geçip şehre girdiğimizde ilk olarak Harbiye ‘deki şelale bölgesinde Öz Kervan Tesislerinde yemek yiyoruz. Humus,otlu tahin salatası, taratur, muhammara(cevizli biber), abugannüç (patlıcan salatası) olan ordövr tabağının ardından kebaplarımızı yiyip sabırsızlıkla beklediğimiz peynirli künefemizi tadıyoruz. Ayrıca Antakya’ya özgü özel pidesini de tadıyoruz. Bu mekandaki çalışanların servisini ve davranışını özellikle beğenmediğimi yazmak da tavsiye ettiklerimi yazmam kadar vazife edindiğim bir husus. Antakya’ya bir daha gitsem asla buraya uğramam:) Harbiye Şelaleleri güzel manzarası ve eğlence mekanları ile Suriye ve Orta Doğu’dan gelen turistlerin uğrak yeriymiş. Buranın mitolojik bir hikayesi de var. Roma döneminde Apollon ve Daphne’nin aşkını ,şelale de Daphne’nin göz yaşlarını simgeliyormuş.



MEDENİYETLER ŞEHRİNDEYİZ…

Yurdumuzun en güneyinde yer alan bu şehir sınır vilayetlerimizden.Türkiye sınırlarına katılmadan önce 10 aylık bir devlet kurulmuştu burada. O sürede kullanılan meclis şimdinin kültür merkezi hatta alt katında pastane işletiliyor:) Türkiye’nin en büyük demir çelik fabrikası (İskenderun) burada. Asi Nehri’nin üzerinden geçtiğimizde Asi dizisi aklıma geliyor ve o dizideki yerleri göremeyişime üzülüyorum:) Bütün şehir merkezleri aynı, işte apartmanlar,çarşılar,trafik,keşmekeş:) Antakya'nın en beğendiğim özelliği farklı kültürleri ile farklı inanışlarda olan çeşitli etnik grupların bir arada yaşıyor olmaları. Bu nedenle Unesco barış kenti seçilmiş. 3 semavi din ve 6 mezhepten oluşan 120 kişilik Medeniyetler Korosu da tüm dünyaya konser verip bu güzelliği örnek olarak sunmaktaymış. Aynı sokakta bulunan Camii, Havra ve Kilise buna çok güzel bir örnekti.



CAMİ,HAVRA VE KİLİSE AYNI YERDE…

Sarımiye Camiinin hemen arkasındaki Katolik Kilisesini gezip terasına çıkıp kilise çanının arkasındaki cami minaresini görüntülerken yankılanan ezan sesi çok hoşuma gitti. Keşke bu dinlere ve ırklara saygı her bölgemizde,her şehrimizde buradaki gibi güzel yaşansa. Benim istediğim tabloyu taaa Türkiye’nin en güneyinde görmek nasip oldu. Bu güzel örneklerin çoğalmasını can-ı gönülden diliyorum. Katolik kilisesi eski bir Antakya evinden dönüşmüş küçük bir kilise. Cami ve havrayı ise sadece dışarıdan görüntüleyebildik. Daha sonra Habib-i Neccar Camiini gezdik. Burası Roma tapınağıyken önce kiliseye daha sonra da camiye çevrilmiş bir yer. Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda şehit olan Habib-i Neccar’ın başının bulunduğu türbesinden dolayı bu ismi almış. Gövdesinin bulunduğu yere ise Habib-i Neccar dağları deniyor. Cami içinde ilk hristiyanların mezarları da türbe olarak bulunuyor, dinimi seviyorum yaaa ben. Geçmişi inkar etmeyen ne güzel bir dinin mensubuyum, şükürler olsun.

Bu tarihi yerlerin ardından Tunus’taki Bordo müzesinden sonra dünyanın 2. büyük mozaik müzesi olan Arkeoloji Müzesini gezdik. Burada tarihi mozaik sanatından yapılmış tablolarda okumak mümkün. Sonrasında verilen serbest zamanda künefe yemeği ve almayı ihmal etmedik tabi:) Antakya’nın en eski ve en büyük camisi olan Ulu Camii ise sadece dışarıdan görüntüleyebildim. Zira programda yoktu. Asi Nehri’ni de köprüden izleyip fotoğraflayabildim. Antakya’da gezdiğimiz tarihi mekanların sonuncusu Saint Pıerre Kilisesi idi.Burası hristiyanlığın ilk mabetlerinin biriolmakla beraber Hz.İsa’ya inananlara ‘Hristiyan’ ünvanının ilk verildiği yermiş.Burasu hristşyanlar için kutsal bir yer olması nedeniile Papa tarafından hac yeri olarak ilan edilmiş bir yer aynı zamanda. İçinde baskın anında kaçabilmek için gizli bir tünel de yapılmış . Her dinin evvelinde baskıya maruz kalmak var demek ki. Son din olan İslam ise hala öz vurdunda garip,öz vatanında parya:(




YA SEYAHAT:)


Ve sonunda dönüş yoluna rotomızı çevirdik. Dönüşte Adana Havaalanı tercih edilmiş.Mersin’e giderken de burayı kullandığımdan başka bir havaalanından uçmayı tercih ederdim:)))) Malum aynı yere ikinci kez gitmeyi yeni yerler duruyorken sevmiyorum pek:) Velhasıl Pazar günü gecesi İst’a dönüp turda kaynaştığımız dostlarımıza ve rehberimize veda edip kürkçü dükkanında ertesi sabah işe gitmekiçin uykuya daldık:) Bunca günün sonuböyle mi bağlanır yaw:) Vallahi yazı dizimi mahvettim:) Ne yapalım gerçekler acıdır:) Rüya gibi gelip geçen Gap turumuzun özeti(!) bu kadardı günlükcağazım:) Bir başka geziyi özet geçmeyi temenni ediyor “Ya seyahat” demeyi ihmal etmiyorum Çelebi misal:) Şefaat diledikten sonra elbette:)

Sevgiyle...

GAP RESİMLERİ-3:)

Resimlerin de sonuncusunu yayınlıyorum ve bitiriyorum:) İyi seyirler...
Fazlası asıl bloğumda http://nevbahar01.blogcu.com/























14 Ekim 2010 Perşembe

GAP NOTLARI-4:)

SAKLI CENNET HALFETİ BENİ BÜYÜLEDİ...
Merhaba,GAP turumuzun 4. gününde Adıyaman’a veda edip Şanlıurfa’ya bağlı Halfeti’ye doğru yol aldık. Halfeti, Birecik Barajı yapımında bir kısmı sular altında kalmış olan, ‘Saklı Cennet’ olarak bilinen harika bir yer. Bendenizin en beğendiğim yerlerden birisiydi burası efendim. Yaşanmışlıkların,aşkların,hüzünlerin sular altında kalması,insanların meskenlerini boşaltmak durumunda kalması çok acı elbette ama ortaya çıkan manzara da çok eşsizdi doğrusu.Burası beni büyüledi diyebilirim. Biz Halfeti’de, Birecik Baraj sularının üstünde tekne gezintisi yapıp Rum Kale’yi, mağara evleri ve bir kısmı sular altında kalan yapıları seyrettik. Halfeti’nin bir özelliği de Türkiye’de sadece siyah gülün burada yetişiyor olması. Mevsimine denk gelip siyah gülü görmeyi de isterdim doğrusu.

BİR SİZ KALDINIZ TEK EŞLİ, KELAYNAKLARIM BENİM:)
Halfeti’den sonraki durağımız dünyada nesli tükenmekte olduğu için Birecik’te koruma altına alınan Kelaynak kuşlarının bulunduğu yer oldu. Kelaynak kuşları dünyada sadece Fas’ta ve Birecik’te yetişiyormuş. Kuşları uzaktan görebildik elbette. Bu kuşlar tek eşli olmakla da bence dünyada nesilleri tükenen cinsler: ) Allah tüm erkeklere kelaynak kuşlarının bu özelliğini versin. “Amin” desem de biliyorum ki bu bir ütopya:) En azından bize sayısı az da olsa öylesi ahlaka sahip olan düşer inşallah: ) Amin…

DOĞU’NUN PARİS’İ ANTEP…
Antep ‘e vardığımızda öğle vaktini epey geçmiş ve çok acıkmıştık. Aşina Restoranda yediğimiz birbirinden güzel yemekler bu bekleyişe değdiğini kanıtladı bize. Daha önceki gezimde de burayı tavsiye etmişlerdi ama biz gittiğimizde kapalı olduğundan lezzetlerini tadamamıştık. Ali Nazik, Yuvarlama çorbası, Beyti, Gavurdağı salatası , en önemlisi de lezzetine doyamadığımız katmeri burada tattık. Of yaa Doğu yemekleri neden bu kadar güzel:) Yemekten sonra mutlu mutlu daha önce de gezdiğim Arkeoloji Müzesini gezip, sonra serbest zamanda çarşıları dolaştık. Bizim önceden bildiğimiz dükkanlara ve tatlıcımıza gittik biz. Geçen geziden unutamadığımız çaycı Mehmet ağabeyi görüp tekrar teşekkür ettik. Tekrar turdakiler ile buluşup Medusa Cam Eserleri Müzesi’ni gezdik. Camın ustasının ellerinde nasıl sanata dönüştüğünü izledik. Müzeye varıncaya kadar aniden bastıran yağmura yakalandığımızdan doğruca bizi karanfiller ve kokteylerle karşılayan Uğurlu Plaza Hotel’e varıyoruz. Geçen gelişimizde kaldığımız otelle aralarında çok fark var :) Ama olsun orası da ucuzdu: ) Bu kez de otelde düğün vardı:) Fakat lüks yemekli düğün olduğundan içeri sızamadık:) Çıkarlarken kadınların bellerindeki altın kemerlere ve diğer altın takılarına hayret ettim durdum :) O güzelim tuvaletlere altın kemer takıp nasıl da çirkinleştirmişlerdi:) Paris diye anılmasının sebebi sanırım zenginliğinden olsa gerek:) Yoksa Antep diğer tüm şehirlerimiz gibi başlı başına özel bir şehir, başka bir yere benzetiliyor olmasını kabul etmem ben. Otelin bahçesinde turdaki erkeklerimiz tavla oynadı, biz bayanlar da lak lak ettik bolca. Süleyman’ın tavladaki hezimeti bizim için eğlence vesilesi idi:) Zaten Süleyman biz eğlenelim diye yenildi tüm rakiplerine:)

BU KADAR MI? :)
4. gün neden bu kadar kısa sürdü yaw:) Özetlemeyi mi öğreniyorum yoksa tur bizi kandırdı mı:) Valla Halfeti’deki tekne turu her şeye değdiğinden güzel bir gün geçirdiğimi tereddütsüz söyleyebilirim:) Bir gün kaldı günlükcağazım sık dişini:)

GAP NOTLARI-3:)

YA SABIR!:)
Merhaba GAP turumuzun 3. gününden yazmaya devam ediyorum. Ayyy bitse de normal hayatımı anlatmaya başlasam:) Hayır anlatmazsam da olmaz: ) Onca not almama rağmen hala hatırlayamadığım şeyler oluyor ve Saliha’ya danışıyorum :) Bende bu hafıza varken bu blog sürmenaj olur :))))

Gezimizin 3. günü Urfa’da güneşi doğurup kahvaltının ardından önce Hz. Eyüp Peygamberin sabır makamı olarak bilinen mağarayı ziyaret ettik.Şifalı olduğuna inanılan kuyunun suyundan da içtik gene ruhumuza ve bedenimize şifa umarak.

HARRAN OVASI, KAZANAMADIM SILA PARASI:)
İkinci durağımız Harran. Anadolu ile Mezopotamya’nın ticaret akışları Harran’dan geçtiği için tüccarların uğrak yeri olan,Tevrat’da adı geçen bu merkez aynı zamanda Anadolu’da kurulan ilk İslam Üniversitesi’nin olduğu yer. Farabi gibi bir çok ünlü bilginlerin burada yaşadığı söyleniyor. Dünyadaki üç önemli felsefi ekollerden biri de Harran ekolüymüş. Ayrıca astronomi ilmi de burada çok gelişmiş.Şehrin en yüksek yerindeki höyükte eski mimari eserlerin temel kalıntıları bulunuyor. Sin Mağmedi,Harran Üniversitesi ve Ulu Camii bunlardan bir kaçı.Hz.İbrahim’in Filistin’e gitmeden burada kaldığı düşünüldüğünden ayrıca buraya ‘İbrahim’in Şehri’ de deniyormuş.Harran’ın geleneksel külah biçiminde çatısı olan bindirme tekniği ile yapılmış evleri şimdilerde koruma altına alınmış ve turizme kazandırma çabaları devam etmekte. Biz de ‘Kültür Evi’ adındaki bu evlerden birini ziyaret edip,yöresel kıyafetlerden istediğimizi seçip ,giyinip bol bol resim çektirdik. Bu evlere ve yöresel kıyafetlere bayıldık bizler. Saliha orada ata bindi. Deve bile var valla orada:)

BURASI NERESİ?:)
Harran Urfa’daki son durağımızdı. Daha sonra büyük bölümünün Adıyaman sınırları içinde olduğu Atatürk Barajını seyir terasından izledik. Atatürk Barajı Türkiye’nin ve Avrupa’nın en büyük barajı ,dolgu hacmi bakımından da dünyanın en büyük 6. Barajı. Yapımında tamamen Türk işçileri ve mühendisleri görev almış. Yapım aşamasında ölen işçilerin de adlarının yazılı olduğu bir anıt da yapılmış seyir terasına. Bu arada Fırat Nehri üzerine kurulu olan baraj suları gezimiz boyunca hep karşımıza çıktı ve ben her defasında ‘burası neresi’ diye sorup rehberimizi sinir ettim: ) Adıyaman’a vardığımızda öğle saati olmuştu. Önce ‘İskender 85’ adındaki lokantada öğle yemeği yedik.Adıyaman’a özgü meyir adındaki patlıcandan yapılmış çorbayı da tattık. Daha sonra Nemrut’a doğru yol almaya başladık. Karakuş Tepesinde Kommagene krallığının kadınlarının mezarlarının olduğu yüksek tümülüsleri ve boğa, kartal ve aslan heykellerini gördük. Cendere çayı üzerindeki Cendere Köprüsü’ne, karşısındaki yeni köprüden baktık:) Biz bu bakma eylemini hep yapıyoruz:) Oysa baktığıma basmak istiyorum şiddetle ben:)

DÜNYANIN 8.HARİKASINDA GÜNEŞİ BATIRDIK…
Sonunda Nemrut’a tırmanmaya başlıyoruz. Hira Dağına çıktığım için idmanlıyım : ) Zaten dağın bir kısmına kadar araba ile çıkıyoruz. Eee merdiven de yapmışlar,ne var canım oraya çıkmakta:) 2150 metre yükseklikte bulunan Tümülüsü ve heykelleri ile Unesco tarafından dünya kültür mirası olarak koruma altına alınan ve dünyanın 8. Harikası olarak bilinen Nemrut Dağında Kommagene Kralı Antiochos’a ait devasa Tümülüsün anlamının anıt mezar olduğunu da rehberimizden öğreniyorum. Nemrut Dağının Batı ve Doğu teraslarında gün doğumunu ve gün batımını izlemek için her yıl yerli ve yabancı turist akın ediyormuş. Bizim programımızda gün batımı vardı. Dağa çıktıktan bir süre sonra batmaya başlayan güneşi hayranlıkla izledik. Dağın soğuk havasında üşümek bu manzarayı izlemek için feda edilebilecek zoruluklardandı.Yarım günümüzü yese de Nemrut Dağını görebildiğim için çok şanslı hissediyorum kendimi.Aslında bu dağa ait çok not almıştım ama hiç yazasım yok valla:) Benim aklım güneşin batışındaki manzarada kaldı doğrusu: ) Güneşi devirince Adıyaman’da konaklayacağımız Bozdoğan Otele doğru yol aldık ki uzun virajlı yollarda bol bol şarkı türkü söyleyip neşelenmeyi ihmal etmedik. Hotel salonlarının birinde o akşam kına merasimi vardı, biz de izledik , hatta kına bile verdiler :) Böylelikle 3. Günümüz de sona erdi. 4.günümüzü anlatacağım yazımda buluşmak ümidi ile:) Esen kalın…

11 Ekim 2010 Pazartesi

GAP NOTLARI-2:)

İKİNCİ GÜN.. İLK DURAK KIRKLAR KİLİSESİ
Merhaba GAP turumuzun 2. gününden devam ediyorum anlatmaya. Her sabah olacağı gibi ertesi sabah saat 6,15’de kalkıp, kahvaltının ardından her sabah olacağı gibi 7,30 da otobüsümüz hareket etti:) İşe giderken bile bu saatte horul horul uyurken tatilde sabahın kör vaktinde yollara düşmemiz beni yine tahmin edeceğiniz üzere hiç etkilemedi:) İlk durağımız Kırklar Kilisesi oldu. Diğer adı Mor Behnam olan bu Süryani kilisesinin yapım tarihi 569. 40 şehidin kemiklerinin buraya taşınmasından sonra Kırklar Kilisesi adı ile anılmaya başlanmış bu kilisede kufi yazı örneklerini bulabileceğimiz yazıtlar da mevcut. Fakat maalesef çoğu yerde olduğu gibi bu kilise de restorasyon çalışması olduğundan ayrıntılı gezemediğimiz mekanlardan oldu.

TAŞIN NEFESİNDEN TARİHİ SOLUMAK
Ve sıra eski Mardin’in dar sokaklarında çıkacağımız geçmişe yolculuğa geldi.
Yaşanmış, yıllanmış tarihi sokakları, evleri, dükkanları görmek çok keyif vericiydi.
Mardin Arkeoloji Müzesi’nin önünden geçmemize rağmen tur programında yer almayışı sebebi ile göremeyişimiz biraz canımı sıktı doğrusu. Malum müze gezme eylemi vazgeçemediklerimden. Yeni müze kartımı da bu tur vesilesi ile almışken görmeyi isterdim doğrusu:) Sokakların dar oluşundan dolayı taşımacılıkta kullanılan, rehberimizin belediye işçisi diye tanıttığı Mardin eşeklerini de gördük. Bazı evlerin kapısının üstünde Besmele-i Şerif, Kabe veya lale resmi vardı. Bu resimler o dönemde hane sahibinin hacca gittiğini gösteriyormuş. Saliha da Mardin’in resmini kapımıza asmayı düşündü o anda , bu harika şehri gördüğümüz havasını atmak için:) Mardin evleri taş evler. Genelde ahşap ya yok ya da çok az kullanılmış. Sebebi de bölgede orman olmayışı. Bizim ahşap cumbalarımız orada taştan.

ABBARA: TAŞ YOLDAKİ TÜNEL
Sokaklarda gezinirken tarihi Ulu camiyi de dışarıdan gördük malum sebepten dolayı. (Restorasyon) O an aklıma gelmedi neden “Ulu” ismi verilmiş camilerin çoğuna aceba? Cami minaresi şahadet parmağını andıran biçimde inşa edilmiş ve tüm ihtişamı ile Mardin’in simgelerinden biri olmuş. Üzerindeki kitabeler ve hilallerin içinde cennet ile müjdelenen sahabelerin ismi yazıyor. Burada da Diyarbakır’da olduğu gibi Şam Emeviye Camii örnek alınarak inşa edilmiş bir yapı gördük. Şam’a gitmek de farz oldu heee:) Ayrıca sokaklarda karşımıza çıkan abbara adlı tüneller de çok güzel bir görünüm vermiş bu taş yapılara. Abbaralar evlerin altında kestirme yol olarak kullanılmış. Genellikle de geleni görmesi amacı ile o evdeki abbaranın üstündeki odada hizmetliler yaşarmış.

DEY-RUL ZAFERAN…. SÜRYANİLER….
Mardin sokaklarını zevk ile gezip, eski PTT binasının karşısındaki yine şehrin siluetini görebileceğimiz bir çay bahçesinde Türk kahvelerimizi yudumlayıp, 5. yy.’da inşa edilen ve Süryani Ortodoks Patrikleri’nin evi olarak kullanılan Dey-rul Zaferan Manastırı’na gittik. Burayı manastırın baş rehberi gezdirdi bize. Süryaniliğin bir mezhep olmadığını , hristiyanlığı ilk kabul eden bir ırk olduğunu da baş rehberin verdiği bilgilerden öğrendim. Manastırın bir adı da Mor Hananyo Manastırı. Burası güneş tapınağı ve daha sonra Romalılarca kale olarak kullanılan bir kompleks üzerine inşa edilmiş. Mabet, Güneş Tapınağı,Mor Hananyo Kilisesi, Azizler Evi ve Meryem Ana Kilisesi olmak üzere 4 bölümden oluşmakta. Güneş tapınağının tavanında kullanılan taşların arasında herhangi bir kum,kireç vs. kullanılmaması da ayrıca ilginç bir özellik.

NEDEN CAMİYE ÇEVRİLMEMİŞ!?
Süryaniler 640 yıl boyunca bu binadan yönetilmiş. Ayrıca bölgeye İngiltere’den 1874 yılında gelen ilk matbaa da bu kiliseye getirilmiş burada patriklik yapan 4.Petrus tarafından. Manastırın güzel bahçesinde safran çayı ve kahvesini tadıp, soluklandık. Burada yaşadığımız bir hadiseyi not düşmezsem çatlarım :)Turumuzdaki bir arkadaş baş rehbere “Bir şey sorabilir miyim?” dedi ve şu soruyu sorup rehberin rengini kaçırdı:) “Burası neden camiye çevrilmemiş”:))))))) . Ne güldüm o anda boş bulunup bu safiyane soruya:) Başka bir teyzemiz de yine aynı rehbere “Sizin ölülerinize Fatiha okuyorum, kabul olur mu?” diye sordu:):) Turdaki güzel insanlar.. Hepinizi çok sevdiğimi yeri gelmişken dillendirmek isterim.

KASIMİYE’DEN MEZOPOTAMYA’YA BAKIŞ
Sonraki durağımız Cemil İpekçi’nin defilesi ile gündemde olan Kasımiye Medresesi oldu. 15. yy.’da inşa edilen bu önemli yapı medrese, cami ve zaviyeden oluşmakta. Avludaki havuzdan akan su tasavvufi bir anlam taşıyormuş. Dağumu, gençliği, olgunluğu, ölümü ve ölümden sonra tekrar dirilmeyi simgelen çeşitli ebatlarda birbirine bağlı havuz manidardı. Ayrıca medreseden Mezopotamya ovasını izleyebilmek çok güzeldi.

SEMBUSEK, İROK, KABURGA DOLMASI
Yemek vakti gelince Mardin’in mahalli yemeklerini tadabileceğimiz Ebrar Lokantası’nda mola verdik. Kaburga dolması,sembusek, irok (içli köfte), etli kabak dolması, güveç, ayran çorbası tattığımız enfes lezzetlerdendi. Yemek sonrası Mardin’den ayrılarak tarihi İpek Tolu üzerinden Peygamberler Şehri Urfa’ya doğru yol aldık. Güney Doğu’da en merak ettiğim şehirlerdi benim Mardin ve Urfa. İki merakımı da aynı gün gidermiş olmak şans mı, şansızlık mı karar veremedim:) İnşallah tekrar ve daha ayrıntılı gezmek nasip olur.

PEYGAMBERLER ŞEHRİNDEYİZ…
Urfa’ya vardığımızda akşam üzeri idi. Balıklı Göl’ü ve etrafını apar topar anlatıp bizi serbest bıraktı rehberimiz. İşte o serbest zaman benim Urfa ile baş başa kalmam için fırsat oldu. Balıklı Göl, Aynzeliha ve Halilürrahman göllerinin bulunduğu mekana deniyor. Buralar Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında düştüğü yer olarak biliniyor. Devrin hükümdarı Nemrut tarafından kaleden ateşe atılan Hz. İbrahim ,Allah’ın “Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” emri ile suya,odunlar da balığa dönüşüyor. İşte o göl Halilurrahman Gölü. Nemrut’un kızı Hz.İbrahim’e inandığından kendini ateşe atıyor ki onun düştüğü ateşin oluştuğu göl de Aynzeliha gölü olarak biliniyor.

HZ. İBRAHİM’İN VEKİL KILDIĞINI BEN DE VEKİL KILDIM
Buralardaki balıkların kutsallığına inanıldığından korunuyor ve Anadolu’ya yapılacak saldırıda askere dönüşecekleri düşünüldüğünden asker balık olarak anılıyor. Hz.İbrahim’in Kabe’yi inşa ederken asansör vazifesi gören ve ayak izinin olduğu kutsal taşı gördükten sonra, onun ateşe atıldığında suya dönüşen gölleri görmek benim için çok önemliydi. Zira ateşe atıldığında kendisine yardım etmek isteyen kuşlara “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir/Hasbinallah ve nimel vekil” dediği virdi benim de en zor zamanlarımda ağzımdan düşmemiştir ve bu teslimiyeti örnek almamın , kötülükleri Allah’a havale etmemin çok büyük faydasını görmüşümdür. Allah onlardan razı olsun. Ayrıca İbrahim Peygamber’in doğduğu mağarayı gördük. İçindeki suyun şifalı olduğu söylenir ben de bu sudan içtim. İnşallah ruhuma ve bedenime şifa olur. Mevlid’i Halil Camisi’nin bahçesinde oranın yerlisi olan bir çocuk, Risale-i Nur Külliyatının müellifi Said Nursi’nin ilk defnedildiği yeri gösterdi.Ayrıca Balıklı Göl’ün etrafındaki Rızvaniye Camii ve Halil-Ür Rahman Camilerini de gördük.

BİNBİR GECE MASALI YA DA URFA GECELERİ
Şehrin tarihi çarşılarını dolaşıp geceyi geçireceğimiz Akgöl Renaissance Otel’e gittik. Şehrin gece ışıklarını izleyebildiğimiz teras kattaki pek de memnun olmadığımız kebap menüsünden sonra da Harran Konağı’nda bize özel yapılan Sıra Gecesi’ne katıldık. Sıra gecesi erkeklere özgü içkisiz yapılan sazlı,-sözlü bir eğlenceyken daha sonra turisttik amaçlı kadınların da katıldığı bir eğlence tarzı. Yerde oturmakta ilk olarak zorlansam da gecenin güzelliği ile alıştım:) Saliha Hanım gecenin gözdesiydi:) Bizim ailenin oynak kişisi olarak orada da hiç durmadı:) Aslında sadece o gecenin değil tüm GAP gezisinin gözdesi idi Arda ile birlikte bizim kız:) Arda’dan özel olarak bahsedeceğimden şimdilik anlatmıyorum :) Sıra gecesinde türküler söylendi, halaylar çekildi, ödül almış bir usta tarafından çi köfte yoğruldu. Çi köfteymiş aslı “ğ” kullanmadım:) Şıllık tatlısı yenildi:) Bu ismin tatlıya veriliş sebebi ,bu besleyici tatlı sonrasında erkeklerin hovardalığa çıkmasındanmış:) Son olarak da mırra kahvesi içildi. Mırra fincanı geleneğe göre yere konulmazmış. Konulursa karşındakini evlendirmek zorundaymışsın. Öyle bir şey işte tam anımsayamadım:) Bir teyzemiz koydu ve ufak bir bahşişle zor kurtuldu :)Ama Saliha yere koymak için çok çalıştı onu anımsıyorum :)

NEMRUDUN KIZI, YANDIRDI BİZİ…
Sanırım babamın sürekli dinlediği ve hiç ısınamadığım türkülere burada ve GAP turu boyunca otobüs şöförümüzün sürekli çalmasıyla galiba ısındım:) Geldiğimden beri “Nemrut’un kızı ,ağlattı bizi” şarkısı dilimden düşmüyor :) Biz geceyi burada noktalamadık elbette. Urfa’nın olmazsa olması ciğercilere gittik rehberimiz, Aysel, Saliha, turumuzun genç çiftleri Seyhan ile Süleyman, ayrıca turumuzun gıpta ile baktığı, elleri masada bile ayrılmayan 40 yıllık eskimeyen çift teyzemiz ve amcamız ile :) Ciğer harikaydı da önümüze sebze tahtası koymuşlar kendi içimizi kendimiz hazırlamamız için ben domatesleri keserken “kendi paramla rezil oluyorum yaw” diye söylendim durdum:) 2 günü de böyle yoğunluk sonrasında noktaladık. Ben yoruldum mu peki? Asla:)) Arkası yarına efendim,sevgiyle kalın…

8 Ekim 2010 Cuma

GAP NOTLARI-1:)

Merhaba ,uzun zamandır görmeyi hayal ettiğim Güney Doğu Anadolu'nun gizemli şehirlerini gezdim,gördüm ve döndüm :) İşte gezi notlarımın ilki:

DİYARBAKIR: BİNBİR ÇEŞİT RENK VE LEZZET
Geçtiğimiz hafta Çarşamba sabahı (6 Ekim 2010) Diyarbakır'da başladı tur programımız .Diyarbakır'a ayak basar basmaz ilk işimiz 1575 yılında yapılmış tarihi Hasan Paşa Han'ının içindeki ‘Mustafa'nın Kahve Dünyası’ adlı mekanda binbir çeşit kahvaltılıklar ile harika bir kahvaltı yapıp, yol yorgunluğumuzu bertaraf etmek oldu:) Kesinlikle tavsiye edeceğim bir mekan. Her şey mükemmeldi.

CAHİT SITKI TARANCI’NIN MÜZE EVİ
Ardından meşhur 35 Yaş şiirinin yazarı Cahit Sıtkı'nın doğduğu ve şu an müze olan evini gezdik. Ezbere bildiğim şiirlerdendir 35 Yaş şiiri , "yolun yarısı” olarak gördüğü 35 yaşını, sadece 11 yıl geçince vefat etmiştir Tarancı.”Kapımı çalıp durma ölüm, açmam” dizeleri ve benzeri ölüme dair bir çok dizesi bulunur Tarancı’nın. Belli ki ölümü çok düşünmüştür, fakat öldüğünde anlamış olmalı ki ölümün hesabı yapılmıyor, yapılsa da tutmuyor maalesef. Tarancı'nın evi 1820 yılında Diyarbakır'ın meşhur siyah bazalt taşından inşa edilmiş, haremlik selamlık usulüne göre yapılmış fakat daha sonra haremlik kısmı yıkılmış., 4 mevsime göre inşa edilmiş harika bir ev. Şairin kişisel eşyalarının yanı sıra dönemin hayat tarzını yansıtan etnografya müzesi olarak da ziyarete açık. Evin bahçesinde yöre halkından çocukların bize 35 Yaş şiirini okumaları çok güzel bir jestti.

İSLAM TARİHİNİN 5’İNCİ HAREM-İ ŞERİFİ
Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi’nin ardından Anadolu'nun en eski camisi olan tarihi Ulu Camii gördük. Gördük diyorum zira restorasyonda olan caminin avlusundan bakabildik bu ulu yapıya. Önceleri kiliseyken camiye çevrilmiş olan yapı aynı zamanda İslam tarihinin 5. Harem-i Şerifi olarak kabul ediliyor. Camide ayrıca sibernetiğin babası olarak bilinen El-Cezeri’nin güneş saati varmış. Şam Emeviye Camii örnek alınarak yapılmış bu yapıda önceleri medrese faaliyetteyken şimdi yerini kütüphane ve müftülük binası almış. Ayrıca Hanefi ve Şafi mezheplerinin ayrı ayrı mescidleri bulunuyor burada.
Mezheplerin kendi usullerine göre ibadet etmeleri bir yandan çok hoş olsa da bir yandan da “ayrıştırır mı bizleri bu uygulamalar çoğalsa” diye endişelendirdi beni doğrusu.

ÇİN SEDDİ İLE YARIŞAN KALE
Daha sonra Çin Seddi’nden sonra dünyanın 2’inci en uzun suru olan 5000 mt'lik tarihi Diyarbakır Surları'nı gördük. 81 burçtan biri olan Keçi Burcu’na çıkıp şehri seyretmek de büyük keyifti doğrusu. Sıcak Diyarbakır'da, taş özeliğinden kaynaklanan serin yapıları gezmek,tarihi solumak çok güzeldi ama Diyar-ı Bekir'deki gezi programımız bundan ibaretti. Gazi Mustafa Kemal’in 3 kez geldiği ve son gelişinde yapılan toplantının ardından şehrin adının Diyarbakır olarak değiştiği Gazi Köşkü’nü de görüyoruz yoldan geçerken.

MARDİN KAPISI’NDAN BATMAN’A…
Mardin kapısından çıkıp, Batman'a doğru yol alıyoruz. Yolda Dicle Nehri’ni ve üzerindeki tarihi 10 gözlü köprüyü görüyoruz. Bismil çayının üzerinden geçip Türkiye’nin ilk rafineri merkezi olan Batman yolunda petrol kuyularını görüyoruz. Ne çok nimete sahip olup, bu denli dışarıya bağımlı yaşıyor oluşumuza bir kez daha şaşıyorum. Lale cennetiyken şimdi Hollanda’dan lale getiriyor oluşumuza şaştığım gibi. Vakit öğle olduğundan Batman’da Kazım Usta’da mola veriyoruz. Burası güzel bir mekan fakat kahvaltıyı öyle sıkı yapmışım ki buranın nimetlerinden keyif alamadım:) Fakat çeşit çeşit kebapların tadına bakmaktan da geri kalmadım:) Ayrı bölmelerde, yer sofrasında, bakır sininin üzerinde, otantik bir mekanda yemeğin ardından içtiğimiz Türk kahvesi çok iyi geldi doğrusu. Yol boyu rafineri pompalarını görüp; ki Bismil yakınlarında da büyük bir petrol kuyusu bulunmuş, Hasan Keyf’e yol alıyoruz.

HASAN KEYF: SUYA GÖMÜLEN TARİH
Son zamanlarda Tarkan’ın da karıştığı ,baraj yapımı ile sular altında kalacak olan antik kenti görecek son şanslı kişilerden biri olduğum için çok mutluyum. Kayaç tabakası suyu görünce yumuşayan cinsten olduğundan çoğu yerde yer yer çökme yaşandığından ve şimdi olmasa da ilerde burasının tamamen yok olacağı realitesi ile baraj yapımı ile kalkınma sağlamak istese de devlet ben duygusal yaklaşıp bu tarihi dokunun yok olmasından ziyadesi ile üzüntü duyanlardanım. Gene de tam olarak bilmediğim bir konu hakkında yorum yapmam doğru olmaz.

HASAN KEYF’İN BÜYÜSÜ
Hasan Keyf ‘in manzarası bizi büyüledi. Sert kaya anlamındaki bu antik kent maalesef zamanın tahribatına dayanamayarak tahrip olmuş. Orta çağın en büyük tarihi köprüsü de bu aşınmadan maalesef nasibini almış. Zeynel Bey türbesi Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e aitmiş. Akkoyunlular’a ait bölgedeki tek eser buymuş. Peygamberimizin kuzenine ait olduğu söylenen İmam Abdullah türbesi, El Rızık Camii,Sultan Süleyman Camii ,Hasan Keyf Kalesi… Küçük saray ve eski darphane ile mağaralar da Hasan Keyf’in muhteşem tarihi yapılarından. Önceleri kışın sıcak, yazın serin olduğu için insanların meskenleri olan mağaralar , günümüzde kiler ve depo olarak hala kullanılmaktaymış. Bu arada Süleymaniye camisinin minaresi yarım,sebebi de yapıldığı yıllarda savaş çıkması nedeni ile inşasının tamamlanamayışı. Hasan Keyf’deki “çok güzelsiniz” gibi komplimanlarla para isteyen çocuklar içimi acıttı benim. Erkeklerin aciz yaklaşımlarının örnek alınması çok daha fazla içimi acıttı:)

MARDİN: TARİHTE YAŞAYAN ŞEHİR
Batman’dan sonraki durağımız Midyat’tı. Midyat’da önce Sıla dizisinin çekildiği Devlet Konuk evini geziyoruz. Burası meşhur Mardin taş evlerinin en güzel örneklerinden biri. Midyat taşı zamanla renk değiştirdiğinden bina yeni de olsa eski zannedeceğimiz bir görünümde oluyor. Mardin Atatürk Üniversitesi de bunlardan biri. Daha sonra verilen serbest zamanda Mardin’e özgü telkari işçiliğindeki takıları görmek amacı ile Mardin dükkanlarını dolaştık. Kendime hatıra olarak telkari bir yüzük aldım oradan. Gümüş telişleme sanatı olan telkari Mardin Midyat’ın yanı sıra Beypazarı ve Trabzon’da da sürdürülen çok eski bir sanat. Bu bölgelerde gümüş madeni olmadığından gümüşü getirttirip işliyorlar. Bu sanatın en iyi ustaları Süryanilermiş. Şahmeran efsanesi de Mardin’de doğmuş. Hemen her evde Şahmeran figürü var… İnanışa göre bolluk ve bereketi simgeliyor.

ARKASI YARIN…
Diyarbakır, Batman, Mardin.. Hızlı bir turla üç şehri ne kadar tanıyabildiğimiz tartışmalı olsa da takvim sıkışık. Yapacak bir şey yok. Mardin’de kalacağımız Yay Grand Otel’e varıp günün yorgunluğunu atmak için odalarımıza çekiliyoruz. Benim yorulmadığımı söylememe gerek yok sanırım:) Gezerken hiç yorulmuyor oluşum sanırım incelenesi bir durum:) Ertesi günü diğer yazımda anlatacağım. Çok uzun oldu yaw:) O kadar da ayrıntıdan kaçındım oysa:) Cidden aldığım notların çok az bir kısmını kullanıyorum ama olmuyor işte yaşananlar anlatmaya değerse yazılanlar kısaltılamıyor:) Şimdilik sağlıcakla kal günlükcağazım.

7 Ekim 2010 Perşembe

Ben yaşadıklarımın hiç birini unutmam...

Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam.

Ama evet!Yeri gelir susarım.

Canımı çok yakan şeyler olur ama yinede susarım,tükenirim.

Buna izin de veririm aslında.
Salaklığımdan mı?
Hayır!

Ben kimseye ''GİT'' de demem, diyemem.
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı?
Hayır.

Ona o kadar şeye rağmen, o kadar değer veririm ki,
Hergün yaptıklarına utansın diye.

Ama bir gün öyle bir giderim ki;

Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz!

SUNAY AKIN