31 Mart 2010 Çarşamba

İyi ki doğdun Eymen...



Merhaba , Perşembe günü bahsettiğim gibi kuzen Yasin ve gelin Ayşe'nin oğulları Eymen beyimizin doğum gününü kutladık. Çok kalabalık olduğumuz için tek tek isimleri sayamayacağım:) Eymen beyimiz çok şanslı , çağırılan herkes oradaydı. Cafe balonlarla süslemiş, harika mamalar hazırlanmış ve çok güzel bir pasta yaptırılmıştı. Yasin her kutlamamıza laf eder, "içkisiz kutlama mı" olur derdi bizlere:) Bu kez ben büyük sözüne tevbe ettirecek cinste onu sinir edip "bu ne yaaa içki yok bişey yok" diye tüm akşam takıldım kuzişime:)gelin Ayşe aslında kız Ayşe bizim için. Hem onu çok sevdiğimizden hem de ailesi şehir dışında olduğundan ona çok yakın hissediyoruz kendimizi. Eymen'in de halası değil teyzesiyiz bu sebepten:) Fakat ben ona takılmak için gelin Ayşe demeyi ihmal etmiyorum:) O napıyor "gelinim susayım,oturayım" mı diyor:) Malesef her lafa cevabı hazır:)) Mesela Ayşe'nin doğum gününde türkü söylenip durdu ya, e ben yabancı kalınca şarkılara her sessizlikte bi şiir okumayı teklif ettim:) Gelin Ayşe ne dese iyi:) "Saçmalama nevbahar abla,kendini alçaltma" gibi bir laf etti :) Bak bak bak lafa bak hele:)))

Canlarım benim öyle güzel bir aile oldunuz ki size bakıp çok mutlu oluyorum. İnşallah bu mutluluğunuz katlanarak devam eder bir ömür boyu. Eymenimiz , sağlıklı oluşu,başarıları ve mutluluğu ile sizi hep sevindirsin inş. Nice yaşgünlerini hep birlikte , sevinçle kutlamak ümidi ile...

30 Mart 2010 Salı

Yine günler:)

Merhaba, önce bronşit,sonra astım bronşit ,şimdi de bahar kırgınlığı ... Yaşlanıyor muyum, yoksa nazar mı değdi bana bir türlü anlamlandıramadım:) Ciddi anlamda yorgun hissediyorum kendimi. Bütün vücudum dökülüyor.Hayır olsun inşallah...

Dün akşam evdeydim. Ders çalışmaya çalıştım. Testlerde İclal beni geçince ben derslerden soğudum:) İclal'in artistliklerini çekemiyorum:). Hanımefendi de soğumuş, neymiş dişine göre rakip bulamamış:))) Terbiyesiz yaw:)

Cumartesi günü Özgeciğime gittik İzmit 'e. Saliha, Sevin, Küboş ve Hülya ile. Sabah 9,30 da otogarda buluşmak için sözleşmiştik. Ben 7,30'a saatimi kurup erkenden yattım ki sabah banyo yapayım, kıyafetlerimi ütüleyim diye:) Velhasıl hesap uykuya yenildi:) Saat 9,10'da Saliha'nın "ben otogardayım" diye beni araması ile uyandım ki neye uğradığımı şaşırdım. Kimseyi bekletmemeye özen gösterirken bu durum bir felaketti benim için. Sadece yüzümü yıkayıp taksiye atlamam ile 9,30 da otogarda oldum. Kızlar "nevbahar yetişir" diye endişelenmemişler ama ben çok endişelendim:) Nasıl geçtiğini anlamadığımız otobüs yolculuğundan sonra otogarda bizi karşılayan Özge ile harika hazırladığı kahvaltı sofrasına kavuşmak için evinin yolunu tuttuk:) Malesef yine sofranın cazibesine kapılıp resim çekmeyi unutmuşuz. Ama cidden görülmeye ve tadılmaya değer bir sofraydı. Küçücük bebeği ile bir çok zahmete girdiği için canım arkadaşıma çok teşekkür ederim. Ellerine sağlık şekerciğim. Yine nasıl geçtiğini anlamadığımız, harika bir gün geçirdim sevgili arkadaşlarımla. Özge , öğleden sonra bize pide yaptırıp Naila parkına, körfez manzarası eşliğinde piknik yapmaya götürdü. Hava da şansımıza güzel olunca cidden dostlar arasında huzurlu bir gün yaşamanın keyfini paylaştık hep birlikte. Kızlar sizi çok seviyorum. Akşam İclal' in ağabeyine gittik. Sağolsun Ekrem ağabey bize bilgisar dersi ile ilgili yardımcı oldu. Eşi Betül de bizim için mamalar hazırladı. Haftasonlarını ziyan ettiğimiz için özür dilerim. O gece İclal de kaldım. Biraz ders çalıştık.

Pazar günü İnci teyze ve İclal'in hazırladığı harika kahvaltıdan sonra eve geldim. Akşam Saliha, Elmas, Ata ve Ertan kebapçıya gitmiş , beni de çağırdılar birlikte yemek yedik.

Cuma akşamı evdeydim.

Perşembe akşamı kuzen Yasin'in minik oğlu Eymen'in cafe de kutlanan doğum günü partisine katıldık ailecek. Oradan da uzun zamandır göremediğim Aysel'e bir kahve içimlik uğradım:)

Çarşamba akşamı Elmas'taydık Deniz, Saliha, Zehra ve annesi ile.

Salı akşamı Yeliz'in teyzesi Nazan'daydık annem ,Yeliz ve Saliha ile. Nazan yeni aldığı evine taşındı biz de "güle güle otur" demeye gittik:) Cidden güle güle ve huzurla otur Nazancığım.

Pazartesi akşamı Asuş teyzem, Hasan eniştem, Eyüp, Fatma Nil, Esma abla, Miray abla ve ağabeyi, Nilü ,eniştem ve çocuklar bizdeydi.

Pazar günü bahsettiğim gibi Ayşe'nin doğum gününü kutladık. Kutlama sonrası Elmas, Deniz, Ayşe ve Saliha ile bir cafede yorgunluk kahvesi içtik. Akşam eve gelip anneme söz verdiğim gibi köşe bucak temizlik yaptım:) Annem ve babam mest oldu:) Onları mutlu etmenin yolu temizlikten geçiyor:) Hele babam bayılıyor temizliğe. Annem de yapmayı sevmiyor ama yapılmasını seviyor:) Genç kızken br yere gideceğimizde bulaşık yıkardık:) İzin garantiydi:)

Cumartesi günü Aylin ile Bakırköy Cmt pazarına gittik. İncik ,boncuk alıp kaşınan cebimizi boşalttık:) Oradan Nilü'ye gittim. Önce komşusu Zehra abla da kahve içtik, sonra annemin de gelmesi ile çay keyfi yaptık Nilü'de. Akşam bize İclal geldi ders çalışmaya. Bu sefer ki çalışmamız verimsiz oldu:) Saliha sürekli sabote etti, Elmas geldi,Yeliz geldi derken geç saatlere kadar ama ara vererek ders çalışmaya çalıştık:) O gece İcloş bizde kaldı. Epey birikmiş günlerim:) Neyse yazdım ya rahatladım:) Yazmasam bir yük beynimde yaw :) Yükümü boşalttığıma göre bana eyvallah...

25 Mart 2010 Perşembe

İyi ki varsın Ayşe!...




Merhaba, bugün sevgili arkadaşım Ayşe'nin doğum günü, fakat bugün aynı zamanda Eymen'in doğum günü kutlanacağı için biz Ayşe'nin doğum gününü Pazar günü kutladık. Fakat bu kutlama geniş çaplı olmasına rağmen süpriz bir kutlamaydı. Ayşe'ye Pazar günü buluşalım dedik. Salih'in çalıştığı cafeyi açtırdık. Salih harika süslemeler yapmış cafede. Saliha'da yardım etmiş. Ayşe türküyü çok sever, onun sevdiği bir tükücüden rica edip doğum gününe gelmesini sağladı Elmas ve Saliha. Ailesini ve arkadaşlarını da çağırdık. Elmas, Ayşe'yi almaya gittiğinde ben ve Saliha için "Salih'in cafesindelermiş onları ordan alacağız" dedi. Geldiklerinde "gel cafeyi gezdirelim" dedik. Bizim için ayrılan odanın perdesi kapalıydı, açtığım an mum ışığında bütün sevdiklerini, "iyi ki doğdun Ayşe" diyerek karşıladıklarını görünce şok oldu.Öyle şaşırdı ve sevindi ki anlatamam. Kiminin bu manzara karşısında gözleri doldu:) Ayşe sırayla herkesi öpmeye başladı ama türkücü Ali Rıza Bey''i bir türlü görmüyordu. "Asıl hediyemizi görmedin" diye gösterdiğimde çığlık attı:) Hemen masa başına geçip başladılar türkü söylemeye. Ayşe'nin de sesi harikadır. Tüm gün bize enfes türkü ziyafeti çektiler. Benim türkü kültürüm pek yok, ben sadece kafa salladım:) O gün tüm dostlar hep birlikte olmaktan, Ayşe'yi mutlu etmekten dolayı çok mutlu olduk. Ben bu süprizde sadece servisi geciktirmemek adına getir götür işlerini yaparak katkıda bulundum:) Eeee servisi yapan erkek kardeşim olunca kıyamadım da. Salihciğim de çok yoruldu, Ayşe ablasını çok sevdiği için bunu seve seve yaptı ama. Bu süpriz de büyük payı olan Elmas ve Saliha'ya da teşekkür ederim. Deniz'e ise Ali Rıza Bey'e sıkılmasın diye ilgilendiği için teşekkür ederim:) Cafede çalışan Asuman ve Salih'e de hizmetleri için teşekkür ederim.Ayşe'nin ablası Esra'ya da yaptırdığı harika pasta için teşekkür ederim:) Ama asıl olarak Ayşe'ye teşekkür ederim. İyi ki doğdun Ayşe, iyi ki arkadaşım oldun. Seni çok seviyorum. Bütün ömrün boyunca hep mutlu ol inşallah. Nice senelere...

23 Mart 2010 Salı

Profesyonel...


Merhaba, geçtiğimiz hafta Salı günü yine İclal ile Küçük Sahne'de izlediğimiz Profesyonel adlı oyundan bahsetmeden önce hangi aklımla olduğunu hala çözemesem de iş çıkışı Cevahir Sahnesi'ne gidip biletimi istediğimde "başka bir sahnedeki oyuna bilet almayasınız" diyen görevlinin adeta beynimden kaynar su boşaltması ile aklım başıma geldi:) Çok az vakit kalmıştı, İclal doğru sahnedeydi:) Hemen metroya atladım ve Taksim'e doğru yola koyuldum:) Metro ile bir kaç dakikada Taksim'deydim ama malesef metrodan yukarı çıkmam 15 dakkayı buldu. Nasıl koştuğumu ve kan-ter içinde kaldığımı anlatmam güç:) 10 dakika gecikmeli de olsa , ulaştığımda iyi halimden olsagerek:) çok sessiz olmak kaydı ile oyuna aldılar beni görevliler. Puf üzerinde izlemek zorunda kalsam da bu denli hengameye değdiğini anlamış oldum oyunu izleyerek:) Oyuncular çok iyiydi, konu çok ilginçti. Güzeldi işte yaw, çok güzeldi:)

Devlet Tyatrosunun oyun hakkındaki kısa açıklaması şöyle:

Dünyaca ünlü Sırp yazar Duşan Kovaçevic, Yugoslavya’daki büyük dönüşümden önceki ve sonraki toplumsal-politik yaşamı, bir entelektüelin yaşamöyküsü içinde, karakomedi türünde ve ironik bir üslupla anlatıyor. 40 yaşlarında bir edebiyat adamı, bir sekreter ve bir gizli polisin süprizlerle dolu soluk soluğa izlenecek hikayesi.

Emeği geçenlere teşekkürü borç bilirim.Sevgiyle kalın...

19 Mart 2010 Cuma

Günceme dair:)

Merhaba:) Bugün kaç kez dedim bu sözü yaw:) Yazdım da yazdım:) Ne çok birikmiş günlerim. Birikir tabi, bendeniz hasta oldum efendim:( Hem de astım bronşit:( Zaten bronşittim ,göya Doç. diye gittiğim doktorun verdiği ilaçlar iyi gelmeyince, ben de kendime dikkat etmeyince astım bronşite dönüştü. Allah zatureden saklasın:) Vel'hasıl-ı kelam 3 gün evde istirahat dönemini geçirdikten sonra kürkçü dükkanıma geldim:) İyi miyim? Eh işte:) İğneler ve diğer bir sürü ilacın elbet faydasını gördüm . Günlerime gelince...

Dün akşam İclal ile bahsettiğim üzre Çıkmaz Sokak adlı oyunu izledik. Göya bu ay etkinlik olmayacaktı hayatımızda. Sadece ders çalışacaktık, ki iki tiyatro aşığı olarak buna riayet edemedik:)

Çarşamba günü evdeydim. Günde iki kez iğne için dışarı çıkmamı saymıyorum:)

Salı günü de evdeydim ki akşam iğne dönüşü kızlar Gülay'daymış, aradılar bir kahve içimlik ben de onlara katıldım. Gülay'da Rukiş, Elmas, Deniz ve Saliha vardı.

Pazatesi günü önce doktordaydım, ardından da kuzen Rukiş'de istirahat ettim akşam iğne saatine kadar. Rukiş' de , Kübra ,Gülay, Asuş teyzem ve Fatma vardı. Akşam bizde Zübüş teyzem kaldı.

Pazar günü de evdeydim ki akşam Elmas, Deniz ve Ayşe geldi bize.

Cumartesi günü Zehra 'ya gittik Nilü ile. Zehradan da kuzenime gittik hastalandığından hastaneye götürdük onu. Akşama kadar hastanedeydik. Kuzeni hastanede bıraktık biz Rukiş'e döndük. Canım kuzişime acil şifalar diliyorum.Onu çok ama çok seviyorum. Kuzişimin hastalığından dolayı tüm aile oradaydı. Eniştem, babam, annem, teyzem, Mustafa ağabeyim, Nilü, Saliha ,Gülay, Figen, Zeynep de vardı o akşam.

Cuma akşamı Sema ile birlikte Töre adlı oyunu izledik Cevahir Sahnesi'nde.Tiyatro çıkışı da bir yere oturup fondü yedik ve muhabbet ettik:) Bu arada bol bol ders çalışmayı ihmal ettiğimi düşünmeyin:) Saliha'nın hışmından sonra bırakmıştım ders çalışmayı:( Sınav tarihi yaklaşınca son 3 haftada 5 kitap bitirdim. Tabi istediğim gibi çalışamasam da fena değilim:) İnş. sınavda da fena olmam, hatta çok iyi olurum:) Paso için başlamıştım okul hayatına :).Fakat öğrenciliği özlemiş miyim ne:) Not almalar, ezber yapmalar bayağ ciddiye aldım bu işi ben:) Hayırlısı bakalım:)

Sanırım Perşembe günü de evdeydim, hatırlamıyorum gerçi:) Şimdi hatırladım Hacer'lerdeydim Saliha ile birlikte:)). Neyse artık geçen günlerime dair notlarım bu kadar:) Sevgiyle kal günlükcağazım:))

Pervane Gönlüm...


Merhaba , 24 Şubat akşamı CRR'de düzenlenen Münip Utandı konserinden geç de olsa bahsetmek istiyorum:) Malum hayatıma dair iyi şeyleri atlamam:) Annem ile gittiğim konser tamamen eski eserlerden oluşmuştu:) Annem tanıtım broşürüne bakıp "sonunda bile hareketli bir şarkı yok" dediğinde çok güldüm. Sanırım hareketli parçaları duymaya ihtiyacı vardı:)

Utandı , konserde Hacı Faik Bey'den,Hafız Hüsnü Efendi'den, Tamburi Cemil Bey'den, Zekai Dede Efendi'den, Şevki Bey'den, Yesari Asım Arsoy'dan ve daha bir çok değerli güftekar ve bestekardan eserler icra etti. Hareketli parçalar olmasa da annem de, ben de çok memnun kaldık.

Yalnız şu espriyi yapmadan geçemeyeceğim:) Biliyorum iğrenç ama konseri anlatırken çevremdekilere yaptım siz de mahrum kalmayın:) Şimdi konserde bir ben, bir annem, bir Utandı'nın öğrencileri , bir de Azrail'in canlarını almadan son kez bir kıyak geçmek için toplayıp getirdiği teyze ve amcalar vardı:)))))))))))))Çok iğrencim yaaaaaaaaa:))))

Utandı'nın güzel sesi ve yorumu ile bizi mest eden şarkıları icra ettiği konser için emeği geçen herkesin emeğine sağlık, Utandı'nın da nefesine ve yüreğine...

Tarla Kuşuydu Julıet...


Merhaba , geçtiğimiz hafta Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde İclal, Sevin ve Sema ile birlikte "Tarla Kuşuydu Lulıyet" adlı müzikli oyunu izledik . Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde, yeniden inşaasından sonra ilk kez bir oyun izledim. Onca yaygaraya rağmen sahnenin yeniden tiyatroya kazandırımasına sevinsem de yeni bir değişiklik yapılmamış olmasına, sadece yenilenmesine biraz içerledim. Sanki bu yenilenme Hilton'un işine yaramış. Hilton Hotel'in manzarası daha bir güzelleştirilmiş. Evet bina yeni ama bina düzeni hemen hemen aynı geldi bana.Sahne düzeni bile aynı:) Yine de emek verilmiş olması ve Taksim'in büyük bir tiyatro sahnesinin olması sevindirici.

Oyuna gelince bu sezon ilk kez müzikli oyun izledim ; ki süperdi. Tüm oyunu kahkaha sesleri eşliğinde izlemek çok keyifliydi. Oyun Shakespeare'nin ünlü eseri Romeo ve Julıet oyununun bittiği yerden, yani ölüm sahnesinden "yaşasalardı ve evlenselerdi ne olurdu? "sorusuna cevap arayan yazar Ephraım Kıshon'un kaleme almasıyla oluşmuş. O büyük aşk , evlilikle, geçim derdi ile, çocuk sorumluluğu ile ve hayat keşmekeşinde her aşk gibi tahmin edeceğiniz üzre bitiyor. Yerini kavgalar, soğukluklar, sorunlar alıyor:) "Her aşkın bittiği gerçekse aşk için bu kadar acı çekmeye değer mi?" sorusunu sorduduyor antiaşk yanlısı olan bana da:) Hele eserinin bu kadar hırpalanmasına dayanamayan Shakespeare'nin hortlaması oyunu daha da güzelleştiriyor. Oyuncular aynı zamanda çalan ve söyleyenlerdi. Tiyatrocu olmanın bir çok yeteneği barındırmak olduğunu bir kez daha gösterdi bu oyun bana. Oyunda kullanılan bazı şarkıların söz ve müziği aynı zamanda oyunun yönetmeni olan Engin Alkan'a ait. Ayrıca Sevinç Erbulak, Çağlar Çorumlu ve Murat Bavli de oyunda rol almıştı.Yine yönetmenliğini Engin Alkan'ın yaptığı İstanbul'un Efendisi adlı müzikli oyunda oynayan Çağlar Çorumlu'nun bu oyunda da performansı çok iyiydi. Çok beğenerek izlediğim oyunu meraklılarına önemle tavsiye ederim:) Sevgiyle kalın...

Töre...


Merhaba , geçtiğimiz Cuma akşamı Devlet Tiyatrolarının Cevahir Sahnesi'nde Turgut Özakman'ın yazdığı Töre adlı oyunu izledik Sema ile birlikte. Oyun adından da anlaşıldığı gibi töreyi anlatıyordu. Törenin sebep olduğu düşmanlığı, törenin engelleyemediği sevdayı ve kadınlarının etkisini gözler önüne serdi bizlere. Kadrodaki oyuncular öylesine başarılıydı ki oyunun içine çektiler beni. Kah gözlerim doldu, kah güldüm, kah yüreğim ağzıma geldi. Nadir oyunlarda bu denli hissederek seyrederim ben. Bu oyun bildik ama bitmeyen cehaleti bir kez daha hatırlattı . Oyunu izlerken aklımdan "Beşiği sallayan el,dünyaya hükmeden eldir" ve "Kadın değişir, toplum değişir" sözlerini geçirdim. Kadın bu kadar önemliyken, hayatın yarısı olduğunu erkeklerle ancak bir olduklarında başarabileceğini de anladım elbette. Kadın-erkek keşke herkes insan olma ve gelişme çabasında olsalar.

Oyunun yönetmeni Şakir Gürzumar, oyuncuları ise:

Nurşim Demir
Macit Sonkan
Zeliha Güney
Güneş Hayat
Yasemin Atasu
Serkan Altıntaş
Selin Tekman
Gözde Okur
Duygu Eren
Ezgi Coşkun
Burak Altay
Emeği geçen herkese bin teşekkür......

ÇIKMAZ SOKAK...



Merhaba,dün akşam İclal ile Reşat Nuri Sahnesi'nde Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı,Mazlum Kiper'in yönettiği Çıkmaz Sokak adlı oyunu izledik. Oyun, 1980'de kaleme alınmış ve bir çok dile çevrilmiş.Ayrıca bir çok da ödül almış bir yapıt. Bir Türk yazarının bu denli evrenselleşen oyununu izlemek çok güzeldi. Evrenselleşmenin sebeplerinden biri elbette oyunun konusu. Oyun, işkenceyi ele alıyor. İşkencenin devlet tarafından desteklenmesi, işkencenin bıraktığı izler, işkence görenin yaşadıkları , işkence görenin işkence yapma isteği, vs gibi konuları sahnelerken, acziyetin ve kolaycılığın ifadesi olarak gördüğüm işkencenin insanlık tarihi kadar eski ve yaygınlığını hatırlamak canımı ayrıca acıttı.

Oyundan bahsederken, oyunu sergileyen birbirinden başarılı tiyatocularımızı anmadan olmaz. Oyuncular, Berrin Akdeniz Kortidis, Erhan Özçelik ve Aslı Narcı idi. Oyun bitiminde İclalin tespiti çok ilgimi çekti. "Oyun 1980 yılında yani işkencenin en fazla yaşandığı yıllarda yazılmış. Türkiye'den ilham alındığı kesin. Oyunda geçen isimler yabancı, ülke yabancı. Neden bu kadar korkağız,neden cesurca eleştirmek bu kadar zor ?" dedi İclal. 30 yıl geçmiş hala bu korkaklık devam ediyor. Demokraside yol mu alamadık aceba?

Oyun broşürünün arka yüzünde "Eğer zulmederek korunabilseydi düzen, insanlık canavarlaşırdı" yazıyordu. Sizce insanlık canavarlaşıyor mu?...

11 Mart 2010 Perşembe

Yorumsuzluk ve günlerim...

Merhaba, bu sıra hiç yazasım yok. Aslında anlatacak çok şey var da bloğa aktarasım yok. Eee hiç birini atlamayacağım da kesinken , ancak birikip yük oluyor günlerim bana diye düşünerek geçtim pc'nin başına. Yazmayışımın bir sebebi de aceba blog arkadaşlarımın yorumlarından bu sıra mahrum kalışım mı ? Blogcunun şifre istemesi , vs. arkadaşlarıma da külfet oldu. Aslında tam olarak taşınmadığım diğer adresime de yorum yapabilirsiniz arkadaşlar:) Okunduğumu bilmek ve yorum almak beni mutlu ediyor da:)

Dün akşam İclal,Sevin ve Sema ile önce Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde Tarla Kuşuydu Julyet adlı müzikal oyunu izledik. Bu sahneye tadilattan sonra ilk kez gittim . Malesef bir değişikliğe gidilmeden yenilenmesine üzüldüm. Sadece daha lüks yapıp masraf etmişler. Bir de Hilton Hoteli'nin manzarasını daha da bir güzelleştirmişler. İsterdim ki daha yeni bir düzenlemeye gidilsin. Yine de onca yaygaraya rağmen mekanın tiyatro sahnesine dönüştürülmesine de sevindim. Taksim'in büyük bir sahneden mahrum kalması düşünülemezdi. Tiyatronun ardından kızlarla birlikte bir cafede kahve içip az da olsa muhabbet ettik. Sonrasında Sevin ile İclal bizde kaldı. Evde de muhabbete devam ettik, doğal olarak:)

Salı akşamı da biz İclal ile tiyatrodaydık. Bu kez Küçük Sahne'de Profesyonel adlı oyunu izledik. Bu ayı ders çalışmaya ayırıp, programımıza etkinlik katmayacaktık ki tiyatro sevdalısı İclal ile dayanamayıp bir kaç oyuna bilet almaktan alıkoyamadık kendimizi:) O gece bizde Zübüş teyzem vardı.

Pazartesi akşamı Rukiye ile İstiklal Caddesinde buluşup bir cafede dertleştik. Sonra da Salih'in çalıştığı mekana uğradık. Hazır cafede müşteri de yokken Salih bize gitar çaldı,şarkı söyledi ve şiir okudu. Boynuzun kulağı geçtiğine bir kez daha şahit olmak benim açımdan hiç hoş değildi:)

Pazar günü İclal ile Beyoğluna buluştuk,sonrasında da eve gelip yatana kadar ders çalıştık. Birlikte ders çalışmak çok zevkliydi. Ders çalışmaktan zevk alacağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu:)

Cumartesi günü yarım gün mesaideydim şirkette. Sonrasında Tuğba,kızı ve Nilüler'i misafir ettik . Akşam üstü ise yine İstiklal'e çıktık. Terkos Han'dan kızlar alışveriş etti, ardından da bir pastanede kahve içtik birlikte. O akşam bizde Nilü'ler ve kayınvalidesi ile kayınpederi vardı.

Cuma günü babam diğer gözünden ameliyat oldu. Akşamleyin onun nazı ile ve damlalarını damlatmak ile geçti:)

Perşembe günü Elmas,Ertan ve Ata kahve içmeye geldiler bize.

Çarşamba akşamı Hilal ,Havva teyze ve Saliha ile Serpil gelmiş annesine gittik. Müc de vardı orda güzel geçti akşamımız.

Salı akşamı Ülkü ve Eyüp ile okey oynamaya gittik. Daha doğrusu zorla götürüldüm. Eee siz misiniz bana zorla iş yaptıran diyerek onları fena bozguna uğrattım elbette:)

Pazartesi gününü hatırlayamadım:)

İşte geçen günlerin özeti:) Bol yorumla kal günlükcağazım:)

8 Mart 2010 Pazartesi

İnsan vasfını kaybetmemiş erkek gözüyle kadın!...

Türkiye’de kadın olmak


8 Mart, Dünya Kadınlar Günü...
Pek çok “sonradan çıkma” âdet gibi, bu da Doğu’nun çocuğu değil, bir ABD uydurması...
Malum: ABD uydurmalarının temelinde “çaktırmadan sömürme” düşüncesi yatar. Çünkü kapitalizm, komünizmden daha akıllıdır. Komünizm, halkın elindekini cebren alırken, kapitalizm, halkı reklâm ve propagandayla etkileyip özendirerek, elindekini-avucundakini gönüllü vermesini sağlar...
“Gün”ler (Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, Kadınlar Günü, v.s) bu sömürü sisteminin araçlarıdır.
Bu sebeple Batı’dan, bilhassa da ABD’den gelen her şeyde derin bir istismar kokusu vardır...
Çünkü Batılı kapitalist mantık insan dahil tüm kutsalların “para”ya kurban edilmesini doğal bulan hattâ bunu teşvik eden bir mantıktır.
Olaya bu temel perspektifi kaçırmadan yaklaşmak, Dünya Kadınlar Günü ile diğer benzer günleri kendi zeminine çekme konusunda büyük bir adım olabilir diye umuyor ve düşünüyorum.
Yani Dünya Kadınlar Günü, o günün kullanılması şeklinde gelişen istismar türleri dâhil, kadının istismar edilmesine tümüyle karşı çıkma günü olarak değerlendirilebilir.
¥ Evlilik programları;
¥ Yemek programları;
¥ Magazin programları.
Aslına bakarsanız, Dünya Kadınlar Günü’nün gerçek hikâyesi, istismara direnen kadının hikâyesidir.
Bu hikâye 1800’lü yılların ortasında ABD’nin New York kentindeki Cotton Tekstil Fabrikası’nda başladı. İşçi kadınlar, daha iyi çalışma şartları, daha iyi ücret isteyerek greve gittiler.
Fabrika sahiplerinin buna tepkisi çok sert oldu. İşçi kadınları fabrikaya kilitlediler. O sırada çıkan bir yangında 129 kadın işçi, fabrikanın kapıları kilitli olduğu için yanarak öldü...
Bu olay münasebetiyle, Dünya Kadınlar Günü, ezilen kadınları anmak anlamına da geliyor. Hazin ki, sağlam bir mücadele zemini olmasına rağmen, o gün, kadın haklarına ulaşma aracı olamadı. Kadın, erkekler tarafından, ticaret, siyaset, hattâ terör (Türkiye’de “Apo’ya özgürlük” isteyen gösteriler gibi) amaçlı olarak kullanılmaktan kurtulamadı. Halbuki;
¥ Dünyadaki işlerin yüzde 66’sı kadınlar tarafından görülüyor;
¥ Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak yüzde 10’una sahip olabiliyorlar;
¥ Dünyadaki mal varlığının ise, sadece yüzde 1’ine sahipler;
Açıkçası, dünyadaki tüm işlerin ancak yüzde 34’ünü yapan erkekler, dünyadaki toplam gelirin yüzde 90’ını, toplam mal varlığının ise yüzde 99’unu alıyorlar.
Türkiye’deki duruma gelince:
¥ Şehirlerde evli kadınların yüzde 18’i, köylerde ise yüzde 76’sı eşleri tarafından dövülüyor;
¥ Kadınların yüzde 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor;
¥ Aile içi suçların yüzde 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.
“Türkiye’de kadın” konulu bir araştırmanın sonuçları çarpıcı...
Araştırmaya göre bir ev hanımının ortalama 2 saat 22 dakikası mutfakta, 2 saati çamaşır ve ütüde, 1 saat 30 dakikası çocuk bakımında (her çocuk için bir bu kadar daha), 30 dakikası diğer aile bireyleri için çabalamada, 1 saati temizlikte, 45 dakikası alışverişte olmak üzere, günde 8 saat 32 dakika “ağır işçi” statüsünde çalışıyorlar.
Çocuklu kadınların diğer tüm zamanlarını ise “annelik” götürüyor...
Bu yoğun hizmete rağmen, biz erkekler, “kadın”ı cezalandırmaya bayılıyor, bunu da çeşitli şekillerde yapıyoruz!
Kâh Hazret-i Âdem’i “Yasak Meyve”yi yemek için kışkırtan Hazret-i Havva imajı oluşturuyor, kâh ilk Müslümanın ve Efendimiz’in arkasında namaz kılan ilk cemaatin bir “kadın” (Hazret-i Hatice) olduğunu görmezden geliyor, kâh hüküm mevkiinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ı beraat ettirmek için, oğlunu hayatta tutmaya çalışan bir anne olan Hürrem Sultan’ı mahküm ediyor, kargaşa döneminde biraz da mecburiyetten devlet işlerine karışan Mahpeyker Kösem Sultan’ı (Dördüncü Murad’ın annesi) alaşağı ediyoruz...
Yüzlerce erkek yönetici bir kenarda dururken, Osmanlı Devleti’nin çökmesinin neredeyse tüm sorumluluğunu üç kadının sırtına yüklüyoruz!
Ne de olsa tarih kitaplarıyla din kitaplarını erkekler yazıyor!
Kadın-erkek muvazenesini yeniden kurmamız ve bu konuda dünyaya örnek olmamız lâzım. Bunun için de kadim değerlerimizden oluşmuş sağlam bir zemine ihtiyacımız var.
Bence Resul-i Alişan Efendimizin Veda Hutbesi’nde billurlaşan “manifesto” bu iş için en uygun zemindir...
Buyuruyor ki: “Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim... Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır...”


Yavuz Bahadıroğlu

1 Mart 2010 Pazartesi

Günlerde...

Merhaba,güzel bir haftayı yaşayabilmek ve güzellikleri görebilmek dileğiyle başlıyorum yeni haftaya. Sizler için de aynı dileklerim geçerli elbette. Geçen haftamın özetine gelince:

Dün sabah Ayşe, Saliha ve Elmas ile Garipçe Köyü'ne kahvaltıya gittik. Köy kahvaltısı eşliğinde edilen muhabbetin ardından Elmas'ın arkadaşına doğum günü hediyesi almak için İstinye Park'a gittik. Oradan Ayşe'yi evine bırakıp, bu kez Deniz'i alıp Real'de Elmas'ın arkadaşı ile buluşup hem hediyesini verdik hem de birlikte kahve içtik. Bu kez de oradaki alışveriş merkezlerini dolaştık . Sonrasında tekrar acıkıp Alibeyköy'deki kebapçımıza gidip karınlarımızı doyurup evlerimize dağıldık:) Dün akşam Zübüş teyzem bizde kaldı.

Cumartesi günü gündüz Rukiye'ye gittik. Gülay, Filiz, Annem, Nilü de vardı. Sonradan Zübüş teyzem de geldi. O akşam Zübüş ve Nilü bizde yemekteydi. Çaya Elmas ve Deniz de katıldı. Zübüş o akşam da bizde kaldı.

Cuma akşamı Fatma'da kaldık Sevin ile birlikte. Bir ara çaya Aysel ve Birsen de katıldı. O gece geç saatlere kadar eskimeyen dostlar ve eskinin sıra arkadaşları olarak bol muhabbetli,dertleşmeli bir gece geçirdik.

Perşembe akşamı evdeydim.

Çarşamba akşamı annem ile birlikte Münip Utandı'nın konserine gittik. Konser çıkışı da annemle birlikte bir pastanede oturup pasta yedik.

Salı , Pazartesi ve Pazar günleri evdeydim. Yani sanırım:)

Cumartesi günü kuaföre gittim sabahtan. Ama depresifliğimle hiç bir alakası yok bu durumun :) Kuaförüm Nilü'nün semtinde olduğundan denk gelip uzun zamandır gidememiştim. Hazır ondayken gittim. Mutsuz kadın saçı ile oynar tezini hayatında saçını boyatmamış biri olarak ben çürütüyorum:) Sonra biraz alışveriş yaptım:) İşte bu depresiflikle alakalı bir şey:) Sonra da Ülkü ve Eyüp ile bir işlerini halletmeye gittik. Oradan da hepbirlikte Nilü'ye geldik. O akşam annem, Ülkü, Eyüp, Zübüş ve Zeynep Nilü'de yemekteydik.

Cuma günü annem ile birlikte Nilü'ye gidip o geceyi orada geçirdik.

Böylelikle geçti gitti günlerim. Ne çabuk geçti yaw:) Gelen güne merhaba!...