8 Mart 2010 Pazartesi

İnsan vasfını kaybetmemiş erkek gözüyle kadın!...

Türkiye’de kadın olmak


8 Mart, Dünya Kadınlar Günü...
Pek çok “sonradan çıkma” âdet gibi, bu da Doğu’nun çocuğu değil, bir ABD uydurması...
Malum: ABD uydurmalarının temelinde “çaktırmadan sömürme” düşüncesi yatar. Çünkü kapitalizm, komünizmden daha akıllıdır. Komünizm, halkın elindekini cebren alırken, kapitalizm, halkı reklâm ve propagandayla etkileyip özendirerek, elindekini-avucundakini gönüllü vermesini sağlar...
“Gün”ler (Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, Kadınlar Günü, v.s) bu sömürü sisteminin araçlarıdır.
Bu sebeple Batı’dan, bilhassa da ABD’den gelen her şeyde derin bir istismar kokusu vardır...
Çünkü Batılı kapitalist mantık insan dahil tüm kutsalların “para”ya kurban edilmesini doğal bulan hattâ bunu teşvik eden bir mantıktır.
Olaya bu temel perspektifi kaçırmadan yaklaşmak, Dünya Kadınlar Günü ile diğer benzer günleri kendi zeminine çekme konusunda büyük bir adım olabilir diye umuyor ve düşünüyorum.
Yani Dünya Kadınlar Günü, o günün kullanılması şeklinde gelişen istismar türleri dâhil, kadının istismar edilmesine tümüyle karşı çıkma günü olarak değerlendirilebilir.
¥ Evlilik programları;
¥ Yemek programları;
¥ Magazin programları.
Aslına bakarsanız, Dünya Kadınlar Günü’nün gerçek hikâyesi, istismara direnen kadının hikâyesidir.
Bu hikâye 1800’lü yılların ortasında ABD’nin New York kentindeki Cotton Tekstil Fabrikası’nda başladı. İşçi kadınlar, daha iyi çalışma şartları, daha iyi ücret isteyerek greve gittiler.
Fabrika sahiplerinin buna tepkisi çok sert oldu. İşçi kadınları fabrikaya kilitlediler. O sırada çıkan bir yangında 129 kadın işçi, fabrikanın kapıları kilitli olduğu için yanarak öldü...
Bu olay münasebetiyle, Dünya Kadınlar Günü, ezilen kadınları anmak anlamına da geliyor. Hazin ki, sağlam bir mücadele zemini olmasına rağmen, o gün, kadın haklarına ulaşma aracı olamadı. Kadın, erkekler tarafından, ticaret, siyaset, hattâ terör (Türkiye’de “Apo’ya özgürlük” isteyen gösteriler gibi) amaçlı olarak kullanılmaktan kurtulamadı. Halbuki;
¥ Dünyadaki işlerin yüzde 66’sı kadınlar tarafından görülüyor;
¥ Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak yüzde 10’una sahip olabiliyorlar;
¥ Dünyadaki mal varlığının ise, sadece yüzde 1’ine sahipler;
Açıkçası, dünyadaki tüm işlerin ancak yüzde 34’ünü yapan erkekler, dünyadaki toplam gelirin yüzde 90’ını, toplam mal varlığının ise yüzde 99’unu alıyorlar.
Türkiye’deki duruma gelince:
¥ Şehirlerde evli kadınların yüzde 18’i, köylerde ise yüzde 76’sı eşleri tarafından dövülüyor;
¥ Kadınların yüzde 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor;
¥ Aile içi suçların yüzde 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.
“Türkiye’de kadın” konulu bir araştırmanın sonuçları çarpıcı...
Araştırmaya göre bir ev hanımının ortalama 2 saat 22 dakikası mutfakta, 2 saati çamaşır ve ütüde, 1 saat 30 dakikası çocuk bakımında (her çocuk için bir bu kadar daha), 30 dakikası diğer aile bireyleri için çabalamada, 1 saati temizlikte, 45 dakikası alışverişte olmak üzere, günde 8 saat 32 dakika “ağır işçi” statüsünde çalışıyorlar.
Çocuklu kadınların diğer tüm zamanlarını ise “annelik” götürüyor...
Bu yoğun hizmete rağmen, biz erkekler, “kadın”ı cezalandırmaya bayılıyor, bunu da çeşitli şekillerde yapıyoruz!
Kâh Hazret-i Âdem’i “Yasak Meyve”yi yemek için kışkırtan Hazret-i Havva imajı oluşturuyor, kâh ilk Müslümanın ve Efendimiz’in arkasında namaz kılan ilk cemaatin bir “kadın” (Hazret-i Hatice) olduğunu görmezden geliyor, kâh hüküm mevkiinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ı beraat ettirmek için, oğlunu hayatta tutmaya çalışan bir anne olan Hürrem Sultan’ı mahküm ediyor, kargaşa döneminde biraz da mecburiyetten devlet işlerine karışan Mahpeyker Kösem Sultan’ı (Dördüncü Murad’ın annesi) alaşağı ediyoruz...
Yüzlerce erkek yönetici bir kenarda dururken, Osmanlı Devleti’nin çökmesinin neredeyse tüm sorumluluğunu üç kadının sırtına yüklüyoruz!
Ne de olsa tarih kitaplarıyla din kitaplarını erkekler yazıyor!
Kadın-erkek muvazenesini yeniden kurmamız ve bu konuda dünyaya örnek olmamız lâzım. Bunun için de kadim değerlerimizden oluşmuş sağlam bir zemine ihtiyacımız var.
Bence Resul-i Alişan Efendimizin Veda Hutbesi’nde billurlaşan “manifesto” bu iş için en uygun zemindir...
Buyuruyor ki: “Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim... Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır...”


Yavuz Bahadıroğlu

2 yorum:

Hamiyet dedi ki...

Kadının değerinin bir değil her gün bilinmesi dileğiyle... Kadınlar günümüz herşeye rağmen kutlu olsun.

Bu arada kitabın sonunu yorumuna cevap olarak yazmıştım ama bir de buradan yazayım :)

Kitabın sonunda kadın tam hak ettiği değeri ilgiyi görüyor, oh be mutluluğu buldu derken, her an yanında olup ona destek veren onun hayata bağlanmasını sağlayan, hastalığının her evresinde onu yalnız bırakmayan kişiyi terketti ve onca acıyı çektiren kocasına geri döndü.

bir güzel çift dedi ki...

selamlar canım ne kadar da güzel bir paylaşım olmuş.emeğine sağlık....