29 Aralık 2009 Salı

Ula uşağum haçen Trabzon'daydım ben daaa:))

Merhaba , Allah'ın özenerek yarattığı yeşillikler diyarı Karadeniz'in ,Trabzon şehrini görmenin sevinci ile başladım yeni haftaya:)
Evet dostlar bu hafta sonu daha önceden bahsettiğim gibi Trabzon'daydım. Bu kez kalabalık bir grup değildik, sadece Elmas ve ben. Arkadaşların çoğu ya Trabzon'u görmüştü, ya da mazeretlerinden dolayı katılamadı bize. Biz ise Cumartesi sabahı Trabzon Havaalanına indiğimizde plansız ve programsız olarak çıktığımız için 5 dakka bakıp kaldık önce:) Baktık ki hem Rize'ye hem Trabzon'a servis var "ya şundadır ,ya bunda" diye sayıp çıkanı seçtik:))
Şaka şaka elbette Rize de görmek istediğimiz yerler arasında ama öncelik Trabzon idi bizim için. Trabzon'un merkezine vardığımızda Kahverengi adlı bir cafede soluklanıp yol sersemliğini atmak için Türk kahvelerimizi söyledik. Kahvelerimizi içerken cafenin sahibi Servet Bey'e gezip görebileceğimiz yerleri sorduk. Sağolsun bize çok yardımı oldu Servet Bey'in. O gün çantalarımızı onlara emanet bırakıp koyulduk yollara. Antep'deki gibi yürüyerek değil minübüs ile dolaşmak zorundaydık gideceğimiz yerleri. Hemen hemen tüm minübüslerin kalkış noktası ise merkezdi. Önce merkezden Ayasofya Müzesini görmek için bir minübüse bindik. 13. yy'da kilise olarak inşa edilen müze, daha sonra Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u fethi ile camiye çevrilmiş. 1. Dünya Savaşında ise depo ve hastane olarak kullanılmış. Son olarak da restore edilerek müze haline getirilmiş. İstanbul'daki Ayasofyamıza mazisi ile çok benziyor değil mi? Yolculuğumuzda rehber olmadığı için ben Kapadokya'da öğrendiğim fresk okumaları ile müzeyi gezmeye çalışsam da çok eksik baktığımın bilincindeydim. Müze bahçesinde bir de Çan Kulesi var. Ayrıca eski dönem mezar taşları da müze bahçesinde sergilenmekte. Ayrıca müze içindeki çay bahçesi de soluklanmak için harika bir mekan.Mekanda eski bir serander(kiler), mısır kurutulan yapı(çöten) ve eski bir köy evi sergilenmekte. Ayasofya ziyaretimizden sonra tekrar minübüse binip merkeze gittik:) Biz bunu hep yaptık:). Merkeze gidip gelmekten gına geldi diyebilirim:) Bu da ilginçti. Merkezden başka yerden binemiyorsunuz araçlara:) Bu kez Trabzon Müzesine gittik ki öğle saatindeymiş müze. Biz de müzedeki görevlilerin tavsiyesi üzere Harran Restauranta yemek yemeğe gittik. Fakat aradığımız yöresel tatlar yoktu malesef orada. Gayet şık bir mekan olan Harran, kebap ağırlıklı hizmet vermekte. Sağolsunlar bize kuymak ve yumurtalı pazı mıhlaması yaptılar. İkisi de enfes tatlardı. Trabzon müzesi ise eski bir konak. Banker Kostaki tarafından İtalya'dan getirtirilen malzemeler ile yaptırılan konak bankerin iflası üzerine Nemlioğlu ailesine haciz yolu ile geçmiş. Milli Mücadele döneminde de karargah binası olarak kullanılmış. Atatürk,eşi Latife Hanım ve beraberindekiler , Trabzon'u ilk ziyaretlerinde bu konakta kalmış. Kaldığı oda sergilenmekte. Sonradan konak kamulaştırılarak resmi bina olarak da kullanılmış ve en son müzeye dönüştürülmüş. Konakta eski giysiler, eşyalar,mobilyalar,odalar,takılar,el yazma Kur'an'ı Kerim'ler, aksesuarlar vs. odalarda sergilenmekte. Ayrıca bodrum katında arkeolojik eserler sergilenmekte. Bu konak büyüleyici, en çok da kış bahçesine bayıldım ben:)
Daha sonra minübüse binerek:) Atatürk Köşkünü görmeye gittik.Soğuksu adlı semtte bulunan Köşke çıkmak için epey bi rampa tırmanmak zorunda kaldık ve çamlıklardan geçtik. Otobüs ile gelseymişiz köşkün önünde inecektik. Sağolsun minübüs esnafı biraz hin idi:) Olsun çamlığın kokusu çok iyi geldi ciğerlerimize . Köşk harika bir yerde ve harika bir yapı. Atatürk'e armağan edilen köşkün önemi Atatürk'ün vasiyetnamesini burada hazırlamış olması. Hazineye bağışladığı mal varlığını burada kaleme alıp dönemin başbakanı İnönü'ye göndermiş. Ölümü üzerine kızkardeşi Makbule Hanım'a intikal eden köşkü Trabzon Belediyesi satın almış ve Atatürk Müzesi olarak düzenlemiş.
Burayı ziyaretten sonra minübüse binip merkeze geldik ve tekrar minübüse binip şehri tepeden kuşbakışı seyretmek ve demli çay içmek için Boztepe'ye çıktık. Evet şehrin harika manzarasını kuşbakışı seyrettik ama malesef çay içemedik:) Zira burada çay kömür ateşinde semaverde pişirilip,servis ediliyor. Biz bardakta rica ettik ama prensiplerini bozmadılar , semaverle çay sipariş edecek kadar da vaktimiz malesef yoktu. İlginç bir ticari anlayışları var laz inadı dedikleri bu olsagerek:) Saliha Karadeniz turuna katıldığında da aynı şey Artvin'de başlarına gelmiş. Aslında bardak hesabı çok daha fazla kazanabilirler ama onlar prensiplerinden ödün vermiyorlar:) Bu arara Boztepe'ye Elmas sürekli olarak Seyrantepe,Seyr-ü Sefa gibi değişik isimler taktı:) Daha doğrusu gerçek ismini aklına bir türlü yazamadı:) Antep'de de İmam Çağdaş'a , İmam-ı Azam gibi isimler takmıştı:) Bi kere yanlış kazındın mı beynine öldür Allah dağrusunu öğretemiyorsunuz:)
Dönüş yolunda Orta Hisar'ı,Gülbahar Hatun Camiini gördük ama yeterince indi bindi yaptığımız için bir daha minübüse binmeyi gözümüz almadı:) Zira bizi Uzungöl'e götürecek upuzun bir yol vardı programızda aşılacak:) Gülbahar Hatun ve Kanuni Sultan Süleyman köprülerinin üzerinden geçip tekrar ve o günlük son kez merkeze geldik:) Bu arada Trabzon sporluların stadyumu olan Avni Aker 'in de önünden geçtik:).
Merkezde kırk yıl yaşamış gibi hissettim kendimi:) Bu kadar haşır neşir olunca normal sanırım:) Kahverengi'ye bıraktığımız çantalarımızı Servet Bey'den teslim alıp Uzungöl minübüslerine binip 2 saatte varırsınız denilen yere 3 saati aşkın bir sürede ulaştık:) Yol sorduğumuz Trabzonlular'ın kesinlikle zaman kavramı olmadığını söyleyebilirim. 10 dk. diyorlarsa yarım saati buluyor, 1 saat diyorlarsa 2 saati gözden çıkarmanız gerekiyor:)
O akşam Uzungöl'e geldiğimizde hava çok kararmıştı. Bütün gün yağmur yağdı ama hiç rahatsız etmedi bizi. Tatlı tatlı yağdı sağolsun. Ayrıca üşümemek için aldığımız kapkalın kazak ve hırkaları hiç giymeye gerek kalmadı, 2 gün boyunca hava çok güzeldi çok şükür. Uzungöl de kaldığımız İnan Kardeşler Bungalow Evleri'ni bizi oraya getiren minübüs şoförü tavsiye etmişti ki cidden doğru yere geldiğimizi orada kalınca anladık. Bu mekandan ayrıca bahsedeceğim çünkü pazarlık yaptığım İsmail Bey'e sizin reklamınızı bloğumda yaparım diye söz verdim:) O akşam ben tereyağında alabalık, Elmas'ta sac tavada et kavurma yedi. İkisi de çok lezzetliydi. Ardından yediğimiz sütlacın tadı hala damağımda. Bol fındıkla servis edilen fırında sütlaç çok şahaneydi. Yapan ustanın ellerine sağlık. Ayrıca soba başında oturup, sobanın üzerinden alıp kendi evimiz gibi yinelediğimiz çaylarımız da Boztepe'de içemediğimiz çayın acısını çıkarmamız için kafi geldi bize:) Yorgunluğumuzu alamasa da çok iyi gitti. O günkü yorgunluğumuzu ancak sıkı bir uyku alabilirdi biz de öyle yapıp erken saatte bungalow evimize gidip, sıcacık yataklarımızda güzel bir uyku çektik. Sabah erkenden kalktığımızda ne muhteşem bir yere geldiğimizin de idrakine vardık. Uzungöl bir harika. Gözümün önünden hiç gitmiyor, oradakiler "asıl siz yazın görseniz burdan gitmezsiniz" deselerde biz kışın da buranın harika bir yer olduğu konusunda mütabıktık Elmas ile. Manzarası, havası, ahşap evleri ve dekorasyonu, küçük köprüleri, dağlardaki pususu, karı, yeşilliği, sakinliği, sessizliği ile Uzungöl hafızamda hep olacak bir mekan. Sabahleyin kahvaltımızın yanında özel yapılan mıhlama ile harika bir kahvaltı ziyafeti çektikten sonra kendimize gölün etrafını dolaşıp, bol resim çekilip Uzungöl'e veda ettik istemeyerek. Bu sefer merkeze gitmemeye inat edip Moloz'da indik:) Oradan Akçaabat minübüslerine binip yine tavsiye üzerine akçaabat köftesini iyi yapan bir mekana Cemil Usta'nın yerine gittik. Cemil Usta'nın mekanı epey meşhur bir yer ,para basıyor diyebilirim:) Sahil kenarında şık bir resraurant. Akçaabat köftesinin yanında piyazlı salata ve ikram edilen kaygana ile karnımızı doyururken ardından çaylarımızla ikram edilen harika Prens tatlısı ile ağızlarımızı tatlandırdık. Prens tatlısı aslında bol fındıkla yapılan bir baklava ama çok güzel bir tadı var. Küçük dilimlerden çokça yiyebiliyorsunuz. Annemlere de bir kilo aldım ki bu sabah annem 4 taneyi sabah sabah götürmüş ve bayılmış:)
Oradan Trabzonlu eşi olan Yaprakcığımın tavsiye ettiği yerlerden biri olan eski Akçaabat evlerini gezmeye çıktık. Bu evler tepedeymiş meğer çık çık bir türlü ulaşamadık:) Giderken bol bol soluklandık:) Elmas sık sık "hay senin eski evlerine " diye söylendi durdu:) Sonunda evlere ulaştık . Eski meraklısı olan benim için bu evleri görmek kaçınılmazdı. Çoğu ya harabeydi, ya da içinde yaşayanlar olduğundan dışarıdan bakmak zorunda kaldık. Bu arada Akçaabat'ı kuş bakışı seyretmek de harikaydı. Bu kez çantalarımızı Cemil Usta'nın mekanına bıraktığımızdan dönüşte tekrar oraya uğrayıp yine yorgunluk kahvesi içip ,dönüş yoluna koyulduk. Yine merkezdi son durağımız:) Kahverengi Cafe'ye uğrayıp misafirperverliği için Servet Bey'e teşekkür edip havaalanına gitmek için son kez minübüse bindik:) En çok görmek istediğim mekanlardan biri olan Sümela Manastırına araç saatleri uymadığından gidememiş olmanın eksikliği ile veda ettiğimiz Trabzon'a bir kez daha gelmek şart oldu, bu eksiklik sebebi ile:) Şaka bir yana görmediğimiz öyle çok şey vardı ki aslında. Yaylaları mesela, ne harikadır kimbilir; sonra Maçka'da da sütlaç yemek vardı ama 2 günde ancak bunları sığdırabildik. İnşalah Allah tekrarını nasip eder. Sırada Kıbrıs var:) Nasip olursa gitmek Kıbrıs'ın da bu kadar güzel geçmesini diliyorum.
Gezmek ne güzel şey,güzel şey gezmek:) Geziyorsan eğer yaşıyorsun demek:) ...

1 yorum:

Hamiyet dedi ki...

Kız yine gezdin geldin dimi :)ama Sümelaya gidememişsin üzüldüm olsun bir çok güzellik yaşamışsın bu bakımdan da sevindim.
Neyse akide şekerim bol bol gezeceğin bir yıl daha geliyor dilerim mutluluk huzur ve sağlıkla geçiririsin tüm yılları... Mutlu yıllar şekey...